Yazarımız Tuba Gümüş, Çorum'un merkeze bağlı Ahmetoğlan köyünde 1963 yılında dünyaya gelen eski hakim, gezgin İbrahim Çalışgan ile röportaj yaptı. 

Çobanlıktan hakimliğe, hakimlikten gezginliğe uzanan bir hikaye onunkisi…
Şu an tam da neye ihtiyacınızın olduğunu düşünün. Güzel bir kahve mi?

Sakinleşmek için dingin bir mekan mı? Dostlarınızla geçireceğiniz muhabbet dolu saatler mi? Yoksa kuş cıvıltıları eşliğinde doğanın tadını çıkartmak mı?

Daha fazla para, ya da sadece birazcık mutluluk mu?  Hayatımızda kaç kişi gerçekten neye ihtiyacı olduğunun farkına varıyor? Ve yapmak istediklerini bir bir gerçekleştirebiliyor? İşte emekli Hakim İbrahim Bey tam da böyle bir insan. Emekli olduktan sonra bir bir gezeceği yerleri yazıp onu gerçekleştirmek için koyuluyor yollara….

Çok gezmek mi? Çok okumak mı? dedim en özgürlükçü gülüşüyle bastı kahkahayı. 

İbrahim Bey'in hayatına, amacına, gezdiği yerlere şahit olalım beraber…

SİZİ TANIYABİLİR MİYİZ?
Çorum'un Merkez Ahmetoğlan köyünde 1963 yılında dünyaya geldim. İlkokulu bitirene kadar köyden dışarı çıkmadım, şehre hiç gitmedim.

Köylülerimiz Çorum'a 'Şeğer' derlerdi. Şeğerin Çorum olduğunu da çok sonradan anladım.

Bir köylü çocuğu ne yaparsa ben de onları yaptım. Tarlalarımız ve hayvanlarımız vardı. Koyun, keçi otlattım.

Biraz daha büyüdüğüm de tırpan biçmeye, şeker pancarı çapalamaya başladım. Çorum'da tuğla ocaklarında çalıştım,  amelelik yaptım.

Ortaokulu Burdur'da yatılı, liseyi de Ankara'da yine yatılı okulda okudum.

Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde geceleri çalışıp gündüzleri Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğrenim gördüm. Aynı üniversite de yüksek lisansımı tamamladım.

Anadolu Üniversitesi Kültürel Miras ve Turizm, Ev İdaresi, İlahiyat ve Tarım Bölümlerini de bitirdim. Aşçılık Bölümü ve Medipol Üniversitesinin Uygulamalı İngilizce ve Çevirmenlik Bölümü öğrencisiyim. Otuz beş yıl yargıçlık yaptıktan sonra emekli oldum. Çobanın Çocukluğu ve Çobanın Yolculuğu isimli 2 kitabım var.

SİZİ HAKİMLİĞE YÖNLENDİREN SEBEP NEYDİ?
Okumayı çocukken de çok severdim. Dedem gazi olduğu için Atatürk'ü görmüş ve dolayısıyla hayranlık duyardı kendisine. Hep O'ndan bahseder,  O'nu örnek gösterirdi. "Bizim gibi hayvancılıkla uğraşmayın, davarın peşinden koşmayın,  bir devlet dairesinde boynunuza kravat takın" dersi. Okuyun demek isterdi yani. Onun sözleri, telkinleri hayatımda her zaman çok ayrı bir yer tuttu.

Başbakan Bülent Ecevit'in olduğu dönem de Kıbrıs çıkarması yapılmıştı. Radyosu olan tek çoban bendim.  Çobanlık yaparken sık sık haberleri dinlerdim.

Ben de bir devlet başkanı gibi okuyup büyük insan olup köylülerimizi yoksulluktan kurtaracağımı umut ederdim. Bu hayal ile hukuk serüvenim başladı.

YANİ KÖY HALKININ KURUTULUŞU İÇİN Mİ BU MESLEĞİ SEÇTİNİZ? PEKİ SİZİN GİBİ SANATKAR, HAYALPEREST BİR İNSAN BÖYLESİNE REALİST BİR MESLEKLE NASIL ÖZDEŞLEŞİR?

Yıllar geçtikçe fark ettim ki karakter itibarıyla hukuka ve siyasete yatkın bir insan değilim.

İstanbul'da görev yaparken görüp anladığım hayat ile kendi idealimdeki  hayatın hiç alakası yoktu.

Çoğu insan kazanma odaklı, amaçsız ya da yıkıcı bir amaçla hayatını idame ettiriyor.

İnsanlar arasındaki ihtilafların nasıl giderileceği bizim kültürümüzde yer almaktadır ama insanlar artık sahip oldukları bu kültürlerle değil  mevcut olan kanunlarla sorunu çözmeye çalışıyorlar. Eskiden Osmanlı Devletinde, devlet her yere ulaşamıyordu, her konuda kanun yoktu,  geleneksel hayatın içerisinde itilaflar çözülüyordu. Şimdi ise artık herkes o geleneksel hayatın dışına çıktı. Şehirlerde sadece kanunla işlemlerimizi çözüyor, komşularımızla aramızda bir ihtilaf doğunca  "Nerede Bu Devlet" deyip hemen avukatımızı arıyoruz. Hakimlik ile toplumun başka bir yönünü görmüş oluyoruz.

Güzel yüzlü diye gördüğün insanlar bir bakmışsınız 40 çeşit suç işlemiş. Ben ise çobanlık yaptığım dönemde bile hayvanlara kötü bir söz söylemez, hep sevgi odaklı yaşardım. Öyle insanlar var ki, şeytanın yeryüzünde ki suretleri gibi. İnsanlar arasında ihtilaf oldukça hukuk var olacaktır. Fakat hukuki sorunları çözecek karakter ve yapıya sahip değilim. Hukuk,  insanlarda gördüğüm ya da görmek istediğim duruluk ve saflıkla özdeşleşen bir alan olmadığı için ben de kendimi ve düşüncelerimi ifade edebileceğim farklı alanlara yöneldim.

GEZMEK GİBİ Mİ MESELA?
Evet aynen öyle.

GEZME SERÜVENİNİZ NASIL BAŞLADI?
Büyüklerim Çorum'a,  gecenin bir yarısında kalkıp 6 saatte yaya gelirlermiş. Büyüklerimin yaşadıklarını hissetmek için ben de o güzergahı yürüyerek Çorum'a geldim. Gene büyüklerimin kışlık odun temin ettikleri Karadağ'a ve farklı yerlere gittim. Sabun yerine baş kili kullanırdık.  Bu baş kilinin nerede ve nasıl yapıldığını merak ettiğim için çıkardıkları yerleri ziyaret ettim. Türk Dünyasına olan merakım hep vardı. Hemen herkes ve dedem de dahil, Horasan'dan geldiklerini söylüyorlardı ama orayı gidip de gören yoktu. Ben de ilk fırsatta Horasan'a gittim. Horasan dediğimiz yer, İran'ın kuzeydoğusu, Afganistan'ın kuzey batı sınırları içerisinde yer alan bölge. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî,  Horasan yöresinde bulunan Belh şehrinde doğmuştur. Yine Hacı Bektaş-ı Veli, İran'ın Horasan Eyaleti, Nişabur şehrinde doğmuştur. Horasan,  Büyük Selçuklu Devletinin merkezi durumundaydı.

11., 12. ve 13. yüzyılda Horasan dünya uygarlığın beşiğiymiş. En büyük medreseler oradaymış. Bu yüzden 11. ve 12. yüzyıllara dünyada "Türk Çağı" derler. Bizler Orta Asya'dan Anadolu'ya gelmişiz ama gelişimizi sadece 1071 ile sınırlandırmışız. Göç bir süreçtir. O sürecin içinde coğrafya da vardır, kültür de. Gittiğimiz yerlerdeki hakim kültürü benimsemişiz. Türklerin tek ortak noktası Türkçe konuşmaları. Orta Asya'da çoban ve savaşçı bir milletken İslamiyet'le tanışmışız, oradan bir değer kazanmış, Anadolu'ya gelmiş, eski Yunan ve Roma medeniyetinden yararlanmışız. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir kültür zenginliğinin üzerinde duruyor. Ancak bizler bunun farkında değiliz. Lafı uzatmayayım. Bu zenginliğe şahit olmak ve öğrenmek  için gezmeye başladım.

KAÇ ÜLKE GEZDİNİZ PEKİ?
Şimdiye kadar 55 ülke gezdim. 

ÇOBAN İBRAHİM KARŞINIZDA OLSA ŞU ANKİ KONUMUZDA NE SÖYLERDİNİZ ONA? 
(kısa bir süre uzaklara dalıp gülümsüyor)
Toplum olarak birçok hatamız var. Kendimize güvenimiz yok bir kere. Çocukken  bizlere, ileride bu ülkenin söz sahibi olabileceği ve bu potansiyellere sahip olduğumuzun gücü verilmiyor ve aşılanmıyor maalesef.

Mantıksız bir şekilde gereksiz sosyalleşme yapıyoruz. İlişkiler sebepsiz ve amaçsız bir şekilde iç içe yaşanıyor. Muhabbetlerimizi ve boş vakitlerimizi dolu dolu değerlendiremiyoruz.

Ben de zamanımı hep boşa geçirdim ve kendime güvenim yoktu. Son 20 yıl İstanbul'da hakimlik yaptım.  Toplumca tanınan, zirveye çıkmış sanatçılardan tutun, politikacılara birçok seçkin insanlarla tanıştım. Bu insanların tek farkı bir hedeflerinin olması ve kendilerine olan inançlarıydı.

Biz köylü çocukları olarak sadece günü kurtarmaya çalışıyoruz. Hayal kuramıyoruz. Çünkü büyüklerimizin hayalleri yok. Sen yaşadığın toplumdan bağımsız bir insansın, sen her şeyi değerlendirip sorgulayabilmelisin. Sen bizatihi bir anlamsın, anlam arayışına girmelisin! Geleneksel hayat içerisinde kendi hayatını yok etmemelisin. Şimdiki bilincimle çocukluğuma gitseydim eğer,  daha çok kitap okur, daha yetenekli  insanların sohbetlerini dinler,  bu insanların yanında durarak onlardan feyiz alır, daha çok çalışırdım.

GİTMEK İSTEYİPTE GİDEMEDİĞİNİZ BİR YER VAR MI?
Emekli olduğumda bir yazı yazmıştım. Niçin erken emekli oluyorum? Emekli olduğumda nereleri gezebilirim ve gerçekleşmeyi bekleyen hayallerim nedir? Daha çok gezmek, okumak ve yazmak için emekli olduğumu belirtmiştim o yazımda. Şükürler olsun ki hepsine ulaştığımı düşünüyorum. Fakat İskandinavya'nın  kuzeyinde Eskimoların olduğu yere, kutup bölgesine gitmek, oradaki kulübelerde kısa da olsa yaşamak ve Afrika'nın orman derinliklerine inmek, pigme kültürüyle tanışmak isterdim.

Türk mutfağı üç büyük mutfaktan birisidir. Bunun nedeni de Türklerin çok farklı kültürlerden ve coğrafyalardan etkilenmesi ve güzellikleri almasıdır. Şu an aşçılık bölümü okuyorum ve detaylı bir şekilde öğreniyorum. Bu sebeple gezerken tatma fırsatı bulduğum yiyecekler daha anlamlı geliyor. Amerika'ya gittiğimde Yunan lokantasında baklava yedim. Baklavanın kendilerine ait olduğunu söylediler. Arap lokantasına gittiğimde aynı baklavayı orada da yedim. Bu insanlar da kendilerine ait olduğunu söylediler. Türkiye'nin bu noktada dünyaya kendisini çok iyi ifade edemediğini düşünüyorum. Hindistan'da herkes eliyle yemek yiyordu.  İlk başta garip geldi fakat ben de onlar gibi yediğimde farkettim ki demir olan kaşık insanla yemeği arasında bulunan bu metal,  bir tatsızlık nesnesi.

Arabistan'da sıra dışı bir umre yaptım. Nereleri görmem gerekiyor.  Medine'de Osmanlı eserleri neler?  Hangi padişahlar neler yaptı? diye öncesinde araştırmalarımı yapmıştım.

NEDEN SIRADIŞI?
Suudi Arabistan turist kabul eden bir ülke olmadığı için sadece hac umre veya işçi olarak gidebiliyorsunuz o ülkeye. Turizm politikası yok maalesef. Ben de bu vesileyle gitmişken Mekke ve Medine'nin arka sokaklarından tutun Cidde, Taif olmak üzere görülmesi gereken her yerini gezdim. Gene burada da çok ilginç şeyler deneyimledim. Hicaz Demiryolu ya da diğer adıyla Hamidiye Hicaz Demiryolu. II. Abdülhamid tarafından 1900-1908 yılları arasında Şam ile Medine arasında inşa ettirilen 1322 km uzunluğundaki demiryolu hattının varlığına şahit olmak heyecan vericiydi. Aynı şekilde hurmanın nasıl yetiştiğini merak ettiğimden hurma bahçesine  gittim. Türklerin işlettiği hurma bahçeleri var. Hurma ağacının dişi ve erkeğinin olduğunu, yedi yaşına kadar asıl toprağından çıkarılıp başka bir yere dikildiğinde kuruduğunu (anne şefkatinden ayrılan çocuk misali), ömrünün 90 yıl olduğunu, insan yaşamı ile ne kadar özdeşleştiğini Medine'de anladım ve öğrendim.

İBRAHİM AĞABEY BU KADAR YERİ GEZİYORSUNUZ FAKAT HANGİ DİLLERDE İLETİŞİM KURUYORSUNUZ? 
Kendimi ifade edecek kadar İngilizce, Farsça, Arapça biraz da Fransızca biliyorum.
Gezeceğim ülkenin dilinden en az 20-25 kelime öğreniyorum. Bu kadarcık kelime yerel halkla iletişim ve sempati kurmaya yetiyor. 

PEKİ, SİZİN GİBİ KÜLTÜRLÜ BİR GEZGİNİN HAYATA BAKIŞINI MERAK EDİYORUM? NASIL BİR PENCEREDEN BAKIYOR İBRAHİM ÇALIŞGAN?
Hayatın ve insanların hep güzel olduğunu düşünüyorum, bu gözle bakıyorum. Abraham Maslow'un dediği gibi mutluluk 5 aşamadadır. İlk aşama fizyolojik, 2. aşama güvenlik, 3. aşama sevgi, 4. aşama saygı ve 5.aşama kendini gerçekleştirme ihtiyacının giderildiği aşamadır. İnsan kendisini bulduğun da, kendi amacına yönelik çalıştığında kısacası eksik kalanlarını tamamladığında mutlu oluyor. Gayretim kendimi tamamlamaktır. Hindistan ziyaretimde de bir Hindu dervişi demişti ki; "İnsan 25 yaşına kadar bir eğitim almalı,  50 yaşına kadar aile olmalı, 50'den 75'e kadar topluma hizmet etmeli, 75 yaşından sonra da tanrısına hizmet etmeli." Çok haklı. Parayı bulduğumuzda mutlu olacağımızı sanıyoruz ama 2. aşamadaki ihtiyaçlarla yüzleşiyoruz, ruhumuzun eksikliğini gidermeyi bilmiyoruz.

Yozgat'ta başlıyor, Çorum'da bitiyor Yozgat'ta başlıyor, Çorum'da bitiyor

KİTAPLARINIZDA ÇOKÇA BELİRTTİĞİNİZ BEKÇİLİĞE OLAN MERAKINIZ NERDEN GELİYOR PEKİ? ÖZEL BİR ANINIZ VAR MI?
Sanırım güvenilir insan olmamla alakalı bir durumdur diye düşünüyorum. Çocukken de böyleydi; bir şey emanet edilecekse kesiklikle bana emanet edilir, benim beklemem istenirdi. Benden bir şey istediklerinde, istenildiği gibi yapar,  hiç kaytarmazdım. Bu durumdan da oldukça hoşnuttum. Çocukluğumda bekçiliğin  kişiliğimle örtüşmesi beklide beni tamamlayan bir olaydı.

'ULAŞILMAZLARA ULAŞMAK İSTİYORUM' DEMİŞSİNİZ KİTABINIZIN  BİR KÖŞESİNDE. SİZİN İÇİN ULAŞILMASI GÜÇ OLAN ŞEY NEDİR? 
Eşimden örnek vermek istiyorum bu sorunuza. Çok zeki ve fazlasıyla çalışkan, emekli bir hakimdir kendisi. Bir insanın yüzüne baktığında karakteri ve zekası hakkında doğruluğu %100'e yakın tahminler yürütür. Ben de kendimde böyle bir yeteneğim olsun isterdim. Bir örnekle tamamlayayım. Kiliseye gittiğimizde Hazreti İsa ve Meryem Ana tasvirlerinin etrafında ışık haleleri görürüz. Ben tamda öyle görüyorum insanları, etrafları halelerle donatılmış gibi. Hal böyle olduğunda gerçekliği göremiyorum. İstiyorum ki insanın içini göreyim. Bu hayatın gerçeğini yakalayayım. Ulaşılmaz olan biraz da böyle bir şey. Hayatın ve insanın gerçeğini görebilmeyi istiyorum. Açık öğretimde turizm okudum ve bu  bölümden çok şey öğrendim. 

Türkiye'nin turizm potansiyeli çok yüksek. Sanat tarihi, antropoloji, arkeoloji, kültürel sosyoloji, Anadolu uygarlıkları, Akdeniz uygarlıkları dersleri derken bizatihi zemindeki sanat eserlerini değerlendirecek seviyeye geldim ve o zaman fark ettim ki Türkiye turizm noktasında dünyada bir numara. Çünkü eski Yunan, eski Roma, Bizans, Osmanlı,  Selçuklu bu coğrafyada yaşamış. Bundan önceki Hititler,  Asurlar, Mezopotamya kültürü de bu coğrafyaya ait. Dünyada şu anda en çok turist çeken altıncı ülkeyiz. Amerika'da Türkiye denildiğinde bir Arap devleti (Suriye, Irak) akla geliyor. Mesela bir diliniz var mı? Müstakil bir mimariniz, tarihiniz var mı? diye merak ediyorlar.

Bizim turizm potansiyelimiz çok yüksek fakat bunu sahaya tam yansıtamıyoruz. Ama iyi yoldayız. Altyapı çok iyi. Sadece daha  liberal turizm politikaları uygulamamız gerektiğini düşünüyorum.

BİR ŞEYİ OKUYARAK DEĞİL GEZEREK ÖĞRENDİĞİMİ FARKETTİM
Bir şeyi merak ettiğim de kitap okuyarak değil gezerek öğrendiğimi fark ettim. Herkes kapitalizmi eleştiriyor mesela değil mi? Ya da Emperyalizmi eleştiriyoruz. Fakat bize sömürgeler tarihi okutulmuyor. Yirminci yüzyılın başında Avrupalılar tarafından, sömürgeleştirilememiş üç devlet var: Osmanlı Devleti, İran devleti ve Habeşistan. Bunun dışındaki heryeri Avrupalılar sömürgeleştirmiş. Bazı ülkelerde bu kültürel emperyalizm o kadar ileri gitmiş ki sömürülen ülkenin dili hatta dini değişmiş. Kapitalizmi, emperyalizmi,  globalizmi öğrenmek istedim. Bizde özel günler öncesinde  örneğin Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Sevgililer Günü öncesinde fiyatlar  niçin artıyor? Ne diyorlar: kapitalist bir sistemde yaşıyoruz, talep fazla, onun için fiyat artıyor. Bence bu hırsızlık ekonomisi. İnsanların dar anından yararlanarak aşırı para kazanmaktır. Sovyetler Birliği ülkeleri vardı eskiden.  Doksan yılına kadar dünya iki kutuplu deniliyordu. Kapitalist ve sosyalist ülkeler. Ben sosyalist ülkelere gittim. Niçin geri kaldıklarını anladım. Önceden otobüste hiç kitap okuyamazdım. Metroda kitap okuyamazdım. Amerika'da bir baktım herkes metroya adım atar atmaz kitap okuyor. Ben de orada alıştım kitap okumaya.

KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜ, ARAPLARI, KUDÜSÜ, FİLİSTİNİ İSRAİLİ TANIYAYIM DİYE İLAHİYAT OKUDUM
İslam uygarlığının merkezinde cami vardır. Caminin yanında hanlar, kervansaraylar, çarşılar yer alır. Ondan sonra evler dizilir. Eski Roma'da, eski Yunan'da şehirler  dikdörtgen şeklinde, çıkmaz sokak yoktur, şehrin meydanları var. Her medeniyetin bahçesi bile değişik. İran bahçeleri ile Avrupa bahçeleri farklı. Japon bahçeleri ise bambaşkadır. Dolayısıyla bu başkalaşımı merak ediyordum. Örneğin suyu taşımak için pet kova oluşturulmuş değil mi? Başka bir ülkeye gidiyorsun. Bunu insanlar başka şekilde üretmişler. Ben o insanın aklını merak ediyorum. Hindistan seyahati öncesi vize almak için beklerken bir kişinin Bangalore şehrine çevre teknolojilerini takip etmek için gideceğini öğrendim. Hep sağımda ve solumda bulunan insanlarla temas kurar, iletişime geçerim. Bir Türk çıkıp da entelektüel anlamda Yunanistan'da görülmeye değer neler var veya Mısır'da nereleri görelim demiyor. İlahiyat okurken Kudüs bağlantılı umre yaptım. Kudüs'ü, İsrail'i, Filistin'i de göreyim diye. Aynı zamanda  Arapça öğrendim  ve Suudi Arabistan'a gittiğimde şunu fark ettim. İslam dünyasında  turizm deyince ne anlaşılıyor biliyor musunuz? İslam tarihinde yer almış olaylar ve insanların yaşadığı mekanları, mezarlarını ziyaret edip dua etmek anlaşılıyor. Bu Çorum için de geçerli. Buradaki evliyalar, ermişler, dervişler, dedeler var. Oraya gidiliyor. Oralar gezilsin fakat başka kültürler neler yapmış? Onların da araştırılıp öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum.

ETKİSİNDEN KURTULAMADIĞINIZ BİR YER OLDU MU GEZDİĞİNİZ YERLERDE?
Gezdiğim her yer nefes kesici aslında. Fakat birini anlatmak gerekirse Türkiye'de farklı noktalarda mevlevihaneler var. Galata Mevlevihanesi çok turistik bölgede ve mimarisi çok otantik.  Üç defa gitmeme rağmen her gidişimde nefesimi kesen bir atmosfere şahit oluyorum. Semazen gösterileri yapılıyor, semazenler huşu içinde dönüyorlar. İşte bu atmosferi yakalıyorlar turistler, hemhal oluyorlar,  nefes bile almıyorlar izlerken. Bu çok gurur verici ve benim için de tarifi imkansız bir mutluluk. Etkilendiğim anlardan… Röportajımızı İbrahim Çalışgan'ın Çobanın Yolculuğu isimli kitabında ki Ödünç Kanat İstiyorum başlıklı şu dizeleri ile noktalıyoruz:
Ey turnalar
Ey kartallar
Ey yaban kazları
Ey diğer göçmen kuşlar
Bana kanatlarınızı ödünç verin
Çok uzaklara değil
Afrika'ya
Bir de Sibirya'ya 
Gidip döneceğim.

Editör: Çorum Hakimiyet