ÇOCUKLARIMIZA KÖYÜ SEVDİRMENİN YOLLARI

Abdest alan dedesinin eline ocak başında ıbrıkla su dökemedi. Abdesthaneden gelen misafirlerine annesinin- babasının tembihleriyle kışın sobada ısıttığı havluyu vermek için kapıda beklemedi. Ocakta yanan çıraların ışığında ders çalışmadı. Kışta kıyamette köyün yaylasından bir iki saat yürüyerek okula gelmedi. Yaylada kibritleri bitince bir iki saat uzaktaki karşı yaylaya annesi,' hadi yavrum evde kibrit bitmiş, amcanlardan bir kutu ödünç kibrit koşarak al gel dediğinde' kem küm etmeden tamam ana deyip koşarak gitmenin zevkini tadamadı. Asma üzümü toplayan, kızılcık toplayan annesine yardım etmenin lezzetini tadamadı. İndirilen cevizlerden başaklama yaparak topladığı cevizleri sevinçle annesine göstermenin zevkini yaşamadı. Kırlarda topladığı sarıçiğdemleri annesinin nasırlı ellerine tutuşturmanın heyecanını göremedi.
Bu tür örnekleri sıralamaya çalışırsak sonu gelmez. Başta ben dâhil olmak üzere maalesef çocuklarımızı köye kente götüremiyoruz veya gitseler de canımıza okuyorlar. Götürmek ayrı dert, köyde tutmak ayrı dert. Ön yargıyı atamıyorlar, hijyenik takıntısından kurtulamıyorlar. Çünkü şehir hayatında biz anne-babalar çocuklarına karşı;' biz köylerde çok zor şartlarda yaşadık. Aç kaldık, açık kaldık. Hiç olmazsa çocuklarımız rahat etsin. Aman onlar sıkıntı çekmesin' niyetiyle EL PENCE duruyoruz. İstemeden her türlü ihtiyacını alıyor, acıkmadan yemek yedirmek için adeta kavga yapıyoruz. Sonra da 'her şey var, bir şey yok stresteyim dostum streste' türküsünü çalıyoruz…
* Öncelikle köylerdeki annemizin - babamızın, yakınlarımızın çocuklara karşı sevecen, kucaklayıcı olması. Torunlarını görmekten çok mutlu olduklarını hissettirmeleri. Aslında herkes mutlu olur ama bazıları maalesef hissettiremez. Tabiri caizse gizli sever. Oda pek işe yaramaz.
* Küçük yaştan itibaren çocuklarla köyün irtibatının kesilmemesi. Baskıdan ziyade sevgiye dayalı olması ziyaretlerin yapılması. Köyde sessiz sakin doğal ortamda kitap okumanın zevkinin tattırılması.      
* Özellikle anne- babasının köyde daha mutlu olduklarını çocukların görmesinin sağlanması. Bu nedenle köye gidince kesinlikle aile içi tartışma yaşanmaması. 
* Şehirden giden çocukların birazcık temizlik anlayışı farklı olabilir. Bunun anlayışla karşılanması. Özellikle bu noktada annelere çok görev düşer. Eğer çocuğunun takıntısı varsa, 'yavrum bulaşıkları ben yıkadım. Yatağının çarşaflarını gelirken getirdik' diyerek kırmadan dökmeden, baskı yapmadan durumun idare edilmesi.
* Ağaç dikme mevsiminde bağa bahçeye meyve dikerken çocuklarında adına bir ağaç dikilmesi. 'Bu dut ağacı senin, sen olmayınca ben bakarım ama sende tatillerde geldiğinde bakacaksın' gibi sözlerle çocuğa zimmetlenmesi. 
* Köye gidince emsali olan samimi arkadaşlar edinmesinin sağlanması. Şehre gidince de irtibatın kesilmemesi.
* Sosyal yönü iyi olan imam varsa onunla tanıştırılması. İmama okumaya gidiyorsa ve meraklıysa camide müezzinlik yapmak gibi görev verilmesi. Ayrıca imam tarafından sosyal faaliyetler yapılmasının teşvik edilmesi. 
* Köyde bulunan ebe - dede dışındaki sosyal yönü iyi olan, çocukları candan seven yaşlılarında yanına götürülmesi. Oradaki 80 yaşındaki dedenin ' hadi hatun anasını-babasını boş ver. En ağır misafir bu yavru, hemen bir yumurta boya. Ne var ne yok dök ortaya…' Türü doğal samimi davranışı çocuğu cezbedecek, köye çekecek şehre gittiğinde o amcayı özleyecektir.
* Diğer taraftan çocuğunuzun elinden tutun köyün çevresindeki kırlarda bayırlarda, bahçelerinizde baş başa gezinin. Köyde kaldığınız günlerde yaşadığınız zorluklar, ders alınacak anılar varsa onları tarih anlatır gibi duygusallık içerisinde anlatın. Sizlerin çektiği sıkıntıları çocuklarınızın hissetmesini sağlayın. Anılarınızın geçtiği bağlara, bahçelere karşı çocuklarınızda milliyetçilik duygusu uyandırın ki 30-40 yıl sonra siz hayatta olmasanız bile buraya geldiğinde bu günleri hatırlasın. Gerektiğinde ağlayabilsin. Bırakın ağlamaktan zarar gelmez. Ben köyüme gittiğimde maziyi düşünüp hep ağlarım.