Hac kuraları çekildi birkaç hafta önce.
Sevinenler oldu; "demek ki çağrılmışız" dediler.
Kurada ismi çıkmayanlar 14.defa bile olsa "henüz sıramız gelmemiş" teslimiyeti sergilediler.
Kurban kesemeyişine isyan eden bir adamı dinleyince bu teslimiyet ilaç gibi geliyor insana.
O isyankâr vatandaş; "40 yıldır kurban kesen ben, bu sene kurban kesemedim, anlıyor musun beni" diyor. Kimseye de bunu söylemediğini ve ar ettiğini garipçe bir tavır ve üslupla anlatıyor. "Arkadaşım duyunca dedi ki, niye bana haber vermedin, ben sana borç verir, kurbanını keserdin, sonra da bana borcunu öderdin".
Kurbanın mâlî yani ekonomik durumu müsait olanlarca ifa edilecek bir ibadet olduğunu anlat, anlatabilirsen.
Halkın içinde gezen, anladım ki ya çok sabırlı olacak ya da duydukları, anlatılan, konuşulanlar karşısında yalancı şahidin takındığı tavrı takınacak. Üçüncü şık yok. Hele de sizi tanımıyorsa.
Vatandaşın birini dinliyorum yine. Pahalılıktan dert yanıyor, şöyle de, böylede diye konuşuyor. En son "salatalık kaç lira olmuş, biliyor musun? 80 lira" dedi.
Kasım ayının ortasında salatalığın fiyatına kafayı takmış. Bu mevsimin bu ayında yaz sebzesi elbette pahalı olur desem de ikna olmasını beklemek beyhude bir çaba..
Çare ya sabır, ya "he valla çok pahalı" demek.
Bir kesim "Cumhuriyet çocuğuyuz" vurgusunu özellikle yapar.
Buna kim itiraz eder; bu dönemde doğduk, hal-i hazır hayattayız. Ancak aynı zamanda "Osmanlı torunuyuz" da deyince haydi ayıkla pirincin taşını. Sizi neyle suçlarlar, neyle..
Hüday-ı nâbit değiliz neticede.
Sabır buralarda masum gibi görünür ama değil.
Her zaman "sükut", "altın" olmuyor.
Çoğu kere ve çoğu yerde "söz gümüşse sükut altındır" dedik ortamı yalancıya bırakmayı mübah gösterdik.
Yanımızda hilaf-ı hakikat konuşan adamı konu nesnel bile olsa inandıramadığımız bir zamanda yaşıyoruz. Lafın gelişi zamanı suçluyoruz, geçmişten günümüze değişen bir şey yok aslında. İnsan hele de fanatikse bildiğini tek doğru kabul ediyor.
Bilimde bile tek doğru yok.
Mesela 19.asrın başında modern atom teorisini ilk ortaya atan İngiliz Fizikçi Dalton, atomun bölünemez olduğunu savunmuş ve kraliyet yüksek ödülünü almış.
20. Asrın başlarında İrlandalı fizikçi Walton tam tersine atom parçalanabilir teorisiyle Nobel ödülü almış.
Fikrimizi, zikrimizi körü körüne empoze etme devri geldi geçti artık.
Öğrenci sorguluyor, cemaat sorguluyor, tebaa sorguluyor bir üstünü.
Burada yani sorgulamada sorun yok, sorun "cahil cesareti" göstermededir.
Bir konu hakkında yarım yamalak bilgisi olmasına rağmen herkesten daha emin konuşan kişilerde "Dunning-Kruger sendromu" var denilir. Türkçede "cahil cesareti" denir ya o deyim bunu karşılar.
Bu tip insanlar, konumları ve meslekleri ne ise orada bilgi ve yeteneklerini abartırlar.
İlgilisine not: Bu kavram Cornel Üniversitesinde bulunan David Dunning ve Justin Kruger tarafından 1999 yılında ortaya atılmıştır. (bilimgenc.tubitak.gov.tr)
İngiliz hukukçu Frederick Pollock, "Bir kitap okuyan her şeyi bildiğini zanneder. İkinci kitabı okuyan kuşkuya düşer. Üçüncü kitabı okuyan hiçbir şey bilmediğini anlar" der.
Şu yalancı şahitliğe dönelim, biraz maziye gidelim, muhabbetine izninizle bir hikâyeye yer verelim.
Vakti zamanında hükümet konakları ve adliyelerin yakınlarında dilekçe yazan "arzuhalci"ler olurdu. Şimdilerde onların yerini sigortacılar aldı sanki.
Aynı yerlerde yalancı şahitlerin de bulunduğu vaki imiş. Günümüzde bu nevi insanlar muhtemelen açıktan olmasa da gizli gizli vardır. Haksızlığa meydan vermeleri yönüyle örfen ağır vebal altında, dinen de büyük günah işliyorlar.
Anlatılır ki, yalancı şahide işi düşen bir uyanık, onlardan birisine başvurmuş:
-Buyur abi, yardımcı olayım.
-Şey, bana bir şahit lazım, mahkemem var da.
- Hallederiz abi, konu neydi?
- Şey, bir alacak-verecek meselesi.
- Vay o terbiyesiz, o parayı daha ödemedi mi?
- Yoo benim borcum var.
- Ooo abi sen de, bi borcu kaç kere ödeyeceksin?
**
İşte böyle; güler misiniz, ağlar mısınız?
Vesselam.