ÇABO ACISIZ!

Evde yaprak sarması, köfte, çorba, karpuz… Her şey vardı doymaktan yana… O istemedi. Telefondaki uygulamayı açtı. Annesinin ismini koyduğu zıkkım sepeti' ne göz attı. Ne zaman buradan bir sipariş gelse annesi, biraz da çaresizlikten olacak, öyle derdi: Zıkkım Sepeti! İndirimli bir menü buldu. İsmini yakın zamanda duyduğu, çarşıdaki köhne, beş metrelik dükkânların mahsulü! Çin tuzu, ketçap ve mayonezin ele geçirdiği damaklardan birisiydi onunkisi de… Çok bir suçu yoktu aslında. Dijital dünyanın bir şekilde, herkese kabul ettirdiği, benimsettiği ve paylaştığı ürünlerden birisini canı çekmişti;Çabo… Ne olduğu, içinde ne barındırdığı hiç önemli değildi. Özellikle kafa dengi arkadaşla birlikte alınmış ise hiç! Çaresizliği ısırır insanlar, biraz da hayatın onlardan beklediklerini… Aman boş ver derler bir yandan. Ketçap ile mayonez teselli eder onları. Bu durum, hayatta bulamadıkları tatların az bir çaba ile ucuza elde edilmesidir. Annesinden başka birisinin karnını doyurması insanı havaya sokar. Geçici bir özgüven oluşturur. Tamir eder kendini bir yandan. Böyle de mutluyuz deyip başkaldırırlar büyüklere içten içten… Çocuklukları boyunca dinledikleri tembihlerin, onlarda oluşturduğu travmaların geri tepmesi de sayılabilir.

Beş metrelik, henüz o ayın kirasını ödeyememiş dükkânın sahibi telefon uygulamasına düşen siparişi gördü ve hemen seslendi: Oğlum bir Çabo acısı az! Patron siparişi almıştı ama servise çıkan kargocu çocuk henüz dönmemişti. İki gün önce kaza yapan çocuk kolundaki alçıdan çok, iki günlük yevmiyesinin gitmesine üzülüyordu. Yapardı… Üç kardeşten ortancası ama en sorumluluk sahibi olanıydı. Ne yapar eder gelirdi birazdan. Okulu bırakıp açığa geçmişti. Liseyi dışarıdan da bitirebilirdi. Zekiydi.Yaptığı kazada alçıya alınan koluyla fotoğraflar çekip sosyal medyada bile paylaşmıştı. Mutlu, iyimser ve kendisiyle barışık bir çocuktu. Kuryeliği de motor sürmeyi sevdiği ve performansa dayalı ücret uygulaması olduğu için seçmişti. Ne kadar çok servis yaparsa o kadar çok para kazanmak! Bu çok önemliydi. Zeki, çevik ve hızlı birisi için mükemmel bir işti. Tek kusur ehliyetinin olmamasıydı. Onu da kafasına çok takmıyor, şehirdeki tüm alternatif yolları biliyordu.

- Nerede kaldın Semih?

- Yolda motorun zinciri attı, onunla uğraştım. Kusura bakma patron.

Neyse, servis beklemez! Yola koyuldu, bastı gaza… Uçuyordu yolda. Bugün on altı sefer yapmıştı. Bu on yedinci, iyi kazandım diye seviniyordu. Abisinin dershane taksitini ve dayısının düğününe takılacak çeyreği de halledebilecekti. Mimar Sinan'dan Buhara Evlere… Yedi kilometre… Yollar da boştu Allah'tan… Bastı Semih akşam karanlığında. Bugün on sekiz yapıp kendi rekorunu kırabilirdi. Bir yandan bunları düşünürken, ışıklara geldiğini anlayamadı ve ani bir frenle yandaki arabaya çarpmamak için yan yattı. Yana yatan motoru gören araç sahibi camı aralayıp, yerdeki Semih'e sayıp sövmeye başlamıştı.

- Arabama çarptın lan şerefsiz!

- Yok, abi çarpmadım.

Semih hemen kalktı, toparlandı. Allah'tan alçılı tarafına düşmemişti. Arabadan gelen seslere kulaklarını tıkayarak sürmeye devam etti. Gelmişti. Şu ilerdeki kavşağı geçince… Yok, olamaz! Gözlerine inanamıyordu. Günün bu saatinde, burada çevirme! Kaçamazdı da! Çok geç fark etmişti. Ehliyeti ruhsatı hiçbir şeyi yoktu. Polisler tutanağı tuttu. Motoruna el koymuşlardı. Yapılacak bir şey yoktu. Cezasını öder motoru kurtarırdı. ElindekiÇabo paketi ile sipariş veren eve doğru yürüyordu. En azından geç kalmadığını düşünmek onu rahatlatıyordu. İşte gelmişti…

Apartmanın zillerinde isim aradı. Soyadı yabancı gelmiyordu. Otomatik kapı açılınca asansöre yöneldi. Çalışmıyordu… Bugün olabilecek en kötü durum bu değildi. Ona vız gelirdi beş kat! İkişer ikişer çıktı merdivenleri. Çocuk kapıda bekliyordu. Göz göze geldiler nihayet…

- Emre!

- Semih!

Emre… Semih'in bırakmak zorunda kaldığı okulda sıra arkadaşıydı. Bir süre şaşkınlıktan bir şey diyemediler. Ne diyeceklerini bilemediler.Semih paketi Emre'ye uzattı.

- Kodu söyler misin?

Emre bir yandan gülmeye başladı istemsiz.

- Ne oldu oğlum sana?

- Çalışıyorum oğlum.

Bu kez birlikte gülmeye başladılar. Okulu sordu Semih, sınıftakileri… Boş ver onları der gibi bir şeyler söyledi Emre; Bir şey kaybetmedin, merak etme gibilerden… Emre, karşısında çalışma hayatının ete kemiğe bürünmüş halini görüyordu. Kolu sargılı, beş kat merdiven çıkmış, motorunu yakalatmış, ceza yemiş bir kurye… Semih… Matematikten sınıfta tek iyi notu aldığında omuzlarına aldıkları Semih! Sınıf arkadaşı Semih!

Emre, bir elindeki Çabo' ya bir de Semih'e baktı. Semih giderken son sözünü söyledi:

- Sen oku, bizim gibi olma!

Vay be dedi kendi kendine… Biraz önce ben ne yaşadım der gibi boş boş bakıyordu Mutfak masasındaki Çaboya. Bir ısırık aldı, ağzında döndürdü öylesine. Ne mayonez ne ketçap kapatamadı o an hissettiklerini. Bozmuşlar dedi. Bıraktı, yemedi…