Çorumlu ünlü yazar ve psikiyatr Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitapları bir çok diziye ilham oldu.

Yazdığı kitaplarla dizilere ilham veren Çorumlu yazar ve psikiyatr Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu, ‘Kırmızı Oda’, ‘Camdaki Kız’, ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ gibi reyting rekoru kıran dizilere ilham olmayı başardı.

Budayıcıoğlu, dizilere ilham olan kitapları ve hayatı ile ilgili Hürriyet Gazetesi’ne özel açıklamalarda bulundu.

İşte ünlü yazar ve psikiyat Prof. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu ile yapılan o röportaj;

“Hastalarından esinlenerek yazdığı kitaplar bir dönem elden ele dolaştı. Ve bir gün dizi sektörü onu ve hikâyelerini keşfetti.

 Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu ‘İstanbullu Gelin’ adlı diziyle hayatımıza girdi. Şimdilerde ekranlarda ‘Gerçek hayattan alınmıştır’ ibaresiyle izlediğimiz pek çok dizide onun imzası var. ‘Kırmızı Oda’, ‘Camdaki Kız’, ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ ve daha nicesi... Çok okundu, dizileri hâlâ çok izleniyor. Ama aynı zamanda çok da eleştirildi. Birçok meslektaşı onu hastalarının hikâyesini açık etmekle suçladı, yaptığını etik bulmadı. Bu eleştirilerin onu çok üzdüğünü söylüyor; yazmaktan vazgeçmeyeceğini de ekliyor. En son Doğan Kitap’tan 8’inci kitabı ‘Görünmeyen Kadınlar’ı çıkardı. Yine insanın içini acıtan, ‘Bunlar nasıl oluyor’ diye şaşkınlığa düşüren gerçek öyküleri kaleme almış.

Prof. Dr. Budayıcıoğlu’yla hem yeni kitabını hem de hayatını konuştuk.

Yeni kitabınız ‘Görünmeyen Kadınlar’da aslında çoğumuzun bildiği ama yine de her okuyanın şaşıracağı öyküler var. Sizce insanlar bu kadar ağır şeyler yaşadıklarını içindeyken neden fark edemiyorlar?

Özellikle derin acılar yaşanırken insanların bu duruma uzaktan bakabilme şansı hiç yoktur. Bu hikâyeleri okuyan pek çok kişi bana “Hemen her hikâyenin bir yerinde kendimi buluyorum ama onların hiçbirini yaşamadım” diyor. Çünkü hikâyelerin ortak paydası bir türlü görünür olamamak ve çekilen ıstıraplardır. Bizim insanımıza ne yazık ki acı çok tanıdık geliyor.

Çok ağır insani olaylara şahit oluyorsunuz; “Yeter artık, yapamayacağım” dediğiniz zamanlar hiç oldu mu?

Şimdi siz sorunca düşündüm de “Yeter artık” demedim hiç ama hikâyelerden çok etkilendiğim, gözlerimin dolduğu ve içimin yandığı çok oldu.

Kadınların hayatı daha zor, travmatik... Bu yaşadıklarını çocuklarına aktarıyor, çevrelerine de yansıtıyorlar mı?

Ah, kadınlarımız... Pek çok kadın tanıdım, ne büyük acılar çekerek bugünlere geldiler. Ne yazık ki çocukken ve gençken çok eziliyorlar. Bir insan uzun süre ağır baskı altında yaşarsa bir süre sonra kendine güveni, cesareti ve umutları yok olur.

Ve maalesef doğduğu evlerde ezilen kadınlar, evlendiklerinde de ezilmeye mahkûm oluyorlar. Bu bir zincir ve kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Ne zaman ki o zincirin bir halkası bu durumu kırabilirse, aktarım orada duruyor.

Sizin aynı zamanda bir yazar olmanız danışanlarınızı nasıl etkiliyor? Size danışmaktan çekinen oluyor mu?

Şimdiye kadar bırakın çekinmeyi, bana hayat hikâyelerini yazıp altına isim ve soyadlarını ekleyen pek çok kişi oldu. Bana gelenlerden bazıları onların hikâyelerini yazmadım diye sitem ediyorlar. Ayrıca sırf onların hikâyelerini yazmam için gelenler de oldu. İnsanlar bana bu konuda güveniyor. Kimseyi afişe etmediğimi, tanınmamaları için ne kadar özen gösterdiğimi biliyorlar.

Yoğun olarak yazıyor, dizilere danışmanlık yapıyorsunuz. Bu durum hekimlik yapmanıza engel mi?

Uzun süredir hekimlik yapmıyorum ama mesleğimi çok özledim.

‘Babama öyle âşıktı ki!’ Nasıl bir hayatınız var?

Oldukça sade yaşıyorum. Çok gezmeyi, alışveriş yapmayı sevmem, evimi çok severim. Eski arkadaşlarımla beraber olmak beni hep çok mutlu eder. Aileme düşkünümdür.

Nasıl bir ailede yetiştiniz?

Çok geleneksel, mütevazı bir ailede büyüdüm. Ailem Anadolu’nun bağrından, Çorum’un İskilip kazasından, annemin sülalesi Kastamonu taraflarından. Babam gençliğinde Ankara’ya gitmiş, orada okumuş, iş güç sahibi olmuş. Sonra annemi bulup evlenmiş. Annem 15 yaşındaymış. Birbirlerini çok severlerdi. Hele annem babama öyle âşıktı ki... Görseniz, böyle fır dönerdi etrafında. Evimiz sürekli doluydu; kardeşlerimle “Ay aşevine döndü burası” derdik. İnsanı mutlu edebilmeyi, acılarını dindirmenin yollarını annemden öğrendim ben.

Kardeşlerinizle aranız nasıldı?

Bir kız, bir erkek kardeşim var. Birbirimize çok düşkünüz. Herkes birbirinin çocuğu gibidir. Annemi 4 yıl önce kaybettik. Babam devlet memuruydu, şeker şirketinde çalışıyordu. Babama hepimiz âşıktık. Ama herkes çok beğenirdi onu, o gelirken bütün mahalle onu izlerdi. “Hasan Bey geliyor” derlerdi. Şapkası, siyah kaşmir paltosu ve atkısı... Bizim paltomuzu tutardı,

Şehit babasına son veda Şehit babasına son veda

hiç atlamazdı. “Hanımefendiler buyurun” derdi. Kendimizi çok kıymetli hissettirirdi bize. Oturur sohbet ederdik ve bizi gerçekten dinlerdi. Ama şimdi ağlayacağım, neler anlattırıyorsun bana...

‘Yakışıklı adamdı benim kocam’

Eşinizi, Aydın Bey’i erken kaybetmişsiniz, nasıl biriydi?

Nasıl anlatayım sana... Çok sevdiğim biriydi. Böyle kan akrabamdı. Hani kocalar eloğlu olur ya, o bana hiç öyle değildi. Acayip birbirimize tutkunduk. Beğenmediğini de sevdiğini de pat diye söylerdi. Ama işte çok erken gitti. Çok sigara içerdi, böyle paket paket...

Ne iş yapıyordu?

O da doktordu ve sınıf arkadaşıydık. Çok yakışıklı bir adamdı benim kocam. Her gün başka bir kızla gezerdi. Kızların hepsi birbirinden güzeldi. Onların bazıları gelir bana “Aydın’a söyle bir yüzük taksın bana” derdi. Çok yakın arkadaştık Aydın’la ama

o zamanlar özel bir ilişkimiz yoktu. Her şey okul bitince oldu. Aramızdaki dostluk bir anda başka bir şeye dönüştü. İlişkimiz

34 yıl çok güzel sürdü.

Çocuklarınız da var değil mi?

Bir kızım, bir oğlum, iki de torunum var. Aynı bizim ailenin çocukları işte. Sevgi dolu, hafif utangaçlar... Bizim aile utangaçtır, ben dahil. Biri “Ay ne güzel olmuşsun” dese, utancımdan başımı kaldıramam.

‘Hayat bana çok oyun oynadı’

Unutamadığınız anılarınız, danışanlarınız var mı?

Olmaz mı! Bugüne kadar hiç anlatmadığım çok özel bir anıyı, aradan çok uzun yıllar geçtiği için size anlatayım. Seneler önce genç bir erkek geldi. Hem kendi hem de ailesiyle ilgili sorunları vardı. Ancak büyük bir talihsizlik yaşadı aile. Bana gelen genç adam, eşi ve çocuklarıyla birlikte geçirdiği Trafik kazasında vefat etti. Duyunca çok üzüldüm ve başsağlığı dilemek için onları aradım. Durumları çok kötüydü. “Annemiz hiç iyi değil, keşke gelseniz” dediler, ben de hemen evlerine gittim...

Sonra neler oldu?

Anneleri salondaydı, gidip yanına oturdum. Kadıncağız bana bir süre dikkatle baktı , ardından öyle bir şey sordu ki şaşırıp kaldım. “Sen Hasan’ın kızı mısın yoksa” dedi. Babamın adı Hasan ve vefat etmişti. Ve sonra bana kendi adını söyledi. O ismi hemen tanıdım çünkü annem ben genç kızken babamın eski nişanlısından bahsetmiş ve fotoğrafını göstermişti. Yani ben uzun süredir babamın eski nişanlısının ailesine bakıyormuşum. Kadıncağız bana sarılıp ağladı. Kolay değil tabii, tek oğlunu, gelinini ve iki torununu kaybetmişti. Elimden geldiğince onlara destek olmaya çalıştım.

‘Toplum mutlaka sizi acıtıyor’

Meslektaşlarınız sizi çok eleştirdi, kitap yazmanızı, dizilere konu vermenizi etik bulmadılar...

Gerçekten çok üzüldüm ama sonra şunu anladım ki başarının bir bedeli var. Toplum mutlaka sizi acıtıyor. Dedim ki: “Ya bu bedeli ödeyeceksin ya bütün bunlar içinde kalacak ve ömrünü bitireceksin.” Devam etmeye karar verdim ama kendimle çok mücadelem oldu. Ben bu işleri yaparken çok özenli davranırım. Öyle olmasa biri de çıkar der ki “Sen nasıl yazarsın benim hayatımı”... Yasalar var, mahkemeler var... Bana yığınla mektup geliyor. Herkes hikâyesini yazmamı istiyor. Mesela ‘Kırmızı Pelerin’de tecavüze uğramış bir kızı yazmıştım. İnanın her yerden bana mektuplar yağdı “O benim, ben de yaşadım aynısını” diye.

Editör: Çorum Hakimiyet