Beddua

Bi­ri­nin, bir kav­min ya da bir top­lu­lu­ğun aley­hi­ne dua et­me­ye bed­dua de­nil­mek­te­dir. Bed­dua; bi­ri­le­ri­nin kö­tü­lü­ğü­nü is­te­mek, bi­ri­nin kö­tü­lü­ğü için dua et­mek, Al­lah ta­ra­fın­dan ce­za­lan­dı­rıl­ma­sı­nı is­te­mek­tir. Bed­dua al­mak da bi­ri­nin bed­du­ası­na uğ­ra­mak ve if­lah ol­ma­mak­tır.

Ce­nab-ı hak ve Pey­gam­ber Efen­di­miz, sü­rek­li du­ayı tav­si­ye et­miş­tir. Asıl olan dua­dır. Bed­du­adan müm­kün ol­du­ğu ka­dar uzak du­rul­ma­sı­nı is­te­miş­ler­dir.

Ca­bir­den ri­va­yet edi­len bir ha­dis-i şe­rif­te şöy­le buy­ru­lu­yor:

"Al­lah ve Re­su­lü bu­yur­du ki "Ken­di nef­si­ni­ze, ço­cuk­la­rı­nı­za, hiz­met­çi­le­ri­ni­ze, mal­la­rı­nı­za kö­tü dua et­me­yi­niz. Zi­ra bel­li ol­maz; Al­lah'ın öy­le bir za­ma­nı­na rast­lar ki yap­tı­ğı­nız dua ka­bul edi­lir."

Ay­nı ri­va­yet, Ri­ya­zü's- Sa­li­hin Ter­cü­me­sin­de (3\82) şöy­le geç­mek­te­dir: "Ken­di aley­hi­ni­ze, ev­lat­la­rı­nı­zın ve ya­kın­la­rı­nı­zın aley­hi­ne sa­kın bed­dua et­me­yin. Du­ala­rın ka­bul olu­na­ca­ğı bir sa­ate rast­lar­sı­nız da bed­du­anız ka­bul olu­nur."

Pey­gam­ber Efen­di­miz (sav), bir Müs­lü­ma­nın din kar­de­şi­ne kar­şı gü­nah­kar da ol­sa­lar, bed­dua et­mek­ten sa­kın­ma­yı tav­si­ye et­miş­tir. O, ge­nel­lik­le  İs­la­mi­yet'e kar­şı di­re­nen­le­re bed­dua et­mek ye­ri­ne on­la­rın hi­da­ye­te er­me­le­ri için dua et­me­le­ri bi­lin­mek­te.

Me­se­la Ta­if hal­kı­na bi­le bed­dua et­me­miş­tir. Ta­if hal­kı­nı İs­lam'a da­vet için git­miş­ti. On­lar da ço­cuk­lar ve kö­le­le­re Pey­gam­ber Efen­di­miz' i taş­la­mış­lar­dı. Şe­hir ke­na­rın­da Ut­be ve Şey­be ra­il (as) ge­lip: "Ya Mu­ham­med! Yü­ce Al­lah, sen di­ler­sen bu bel­de­nin al­tı­nı üs­tü­ne ge­ti­rip hal­kı­nı he­lak ede­cek­tir." de­yin­ce Hz. Pey­gam­ber (sav) "Ha­yır, bel­ki on­la­rın nes­lin­de nes­lin­den Al­lah'a ve Re­su­lü­ne iman eden­ler çı­ka­cak­tır." Bu­yu­ra­rak rah­met Pey­gam­ber'i ol­du­ğu­nu or­ta­ya ko­yu­yor. Ku­zey Ye­men'de Ti­ha­me böl­ge­sin­de ya­şa­yan Devs  ka­bi­le­sin­den Tu­feyl B. Amr, Ka­be­yi zi­ya­ret son­ra­sın­da Hz. Pey­gam­ber(sav) ile gö­rüş­tü ve Müs­lü­man ol­du. Dö­nü­şün­de gör­dük­le­ri­ni an­la­tın­ca eşi ve Ebu Hu­rey­re de Müs­lü­man ol­du. Fa­kat Devs ka­bi­le­si, onun teb­li­ği­ni en­gel­le­di. O da Devs­li­le­re  Hz. Pey­gam­ber(sav)in ya­nı­na ge­lip on­la­ra bed­dua et­me­si­ni is­te­di. Re­su­lul­lah da Devs­li­le­re hi­da­yet et­me­si için Al­lah'a dua ett. Tu­feyl B. Amr' a da Devs­li­le­re da­ha yu­mu­şak dav­ran­ma­sı­nı tav­si­ye et­ti. O da bu tav­si­ye­ye uy­du. Böy­le­lik­le Müs­lü­man­lık ora­da hız­la ya­yıl­dı.

 Uhut Sa­va­şın' da ise müş­rik­ler, doğ­ru­dan Hz. Pey­gam­ber(sav)e sal­dı­rı­yor­lar­dı. Çar­pış­ma­lar da di­şi bi­le kı­rıl­ma­sı­na rağ­men Ku­reyş ka­bi­le­si ve müt­te­fik­le­ri­ne bed­dua et­me­di. Tam ter­si" Ya Rab­bi kav­mi­mi af­fet zi­ra on­lar, ne yap­tık­la­rın bil­mi­yor­lar" bu­yur­du.

Müs­lü­ma­nın tav­rı böy­le ol­ma­lı­dır. Zi­ra İs­lam da din kar­de­şi­ne bed­dua yok­tur. Ya­pan var­sa ya ca­hil­dir ya da dün­ya hır­sı ima­nı­nı göl­ge­le­miş­tir.

Uhut Sa­va­şı'ndan son­ra ba­zı Arap ka­bi­le­le­ri Hz. Pey­gam­ber' i tu­za­ğa dü­şür­me­yi plan­lı­yor­lar­dı. Ken­di­le­ri­ne Kur'an ve İs­lam' ı öğ­re­te­cek ki­şi­ler is­te­yip on­la­rı öl­dü­ren­ler bi­le var­dı. Bu­na rağ­men Ebu Be­ra'nın ta­le­bi üze­ri­ne As­hab-ı Suf­fe'den  70 ka­dar sa­ha­be­yi Necd'e gön­der­di. An­cak ora­da ya­şa­yan put­pe­rest­ler (Bir-i Ma­une Ku­yu­su) ya­kı­nın­da hep­si­ni şe­hit et­ti­ler. Bu­nu ha­ber alan Pey­gam­be­ri­miz(sav) bir ay bo­yun­ca her sa­bah na­ma­zı so­nun­da  bu zul­mü iş­le­yen­le­re bed­dua et­miş­tir. 

Ka­be'de na­maz kı­lar­ken ken­di­siy­le alay eden müş­rik­le­re de bed­dua et­miş­tir. Be­dir Sa­va­şın­da on­la­rın ye­re se­ril­dik­le­ri­ni  gör­müş­tür.

Hen­dek Sa­va­şı'nda düş­man, Me­di­ne ön­le­ri­ne gel­miş, şeh­ri ku­şat­mış­tı. Hz. Pey­gam­ber(sav) düş­ma­nın pe­ri­şan olup da­ğıl­ma­la­rı için bed­dua et­miş, bu­nun üze­ri­ne ge­ce­le­yin an­sı­zın do­ğu­dan ko­pan fır­tı­na, gök gü­rül­tü­sü, şid­det­li yağ­mur düş­ma­nın mo­ra­li­ni boz­muş, da­ğı­lıp git­miş­ler­di.

Ön­de­ri­miz ve Pey­gam­be­ri­miz Hz. Mu­ham­med(sav)in ha­ya­tın­da Müs­lü­man la­net ve bed­dua yok­tur. An­cak açık­ça din düş­man­lı­ğı ya­pan­la­ra da la­net ve bed­dua et­mek­te bir sa­kın­ca yok­tur hat­ta mü­min için bir va­zi­fe­dir. Hak­sız­lı­ğı gör­dü­ğü­müz hal­de eli­miz­le ve di­li­miz­le dü­zel­te­me­di­ği­miz du­rum­lar­da kal­bi­miz­le bu­ğuz et­me­ni­ni an­la­mı bu­dur.

Pey­gam­ber Efen­di­miz(sav) "Maz­lu­mun bed­du­asın­dan sa­kı­nın, çün­kü onun­la Al­lah ara­sın­da per­de yok­tur." Bu­yu­ru­yor. Zul­me uğ­ra­yan in­san, za­li­min zul­mü­ne kar­şı meş­ru yol­lar­la ka­ni ola­maz­sa za­li­me bed­dua et­me­si meş­ru­dur. Zi­ra Hz. Pey­gam­ber(sav), "Za­li­me bed­dua eden kim­se­ye Al­lah yar­dım eder." bu­yur­muş­tur.

Ko­nu­yu şu ha­dis-i şe­rif ile ta­mam­la­mış ola­lım:

"Mi­sa­fi­rin du­ası, ba­ba­nın ço­cu­ğu hak­kın­da­ki du­ası, ada­let­li dev­let baş­ka­nı ve oruç­lu kim­se­nin dua­sıy­la maz­lu­mun bed­du­ası­nın ka­bul edi­le­ce­ğin­den şüp­he yok­tur." Bir baş­ka ri­va­yet­te ev­la­dın ba­ba­sı­na du­ası­nın da çok mak­bul ol­du­ğu zik­re­dil­miş­tir.