Bazı ticaret şekilleri ve tövbe

Soru
Birisi kuyumcudan altın almış. Gramı 480 lira. Ama üç ay malı almazsan kuyumcuda bırakırsan gramını 460’tan sayarım indirim yaparım diyor. Dolayısıyla parayı orada beklettiği için fazla altın almış ve faiz almış olmaz mı?
Cevap
Sarraftan altın alan bir kişiye sarraf “aldığın altını üç ay bana bırak, ben kullanayım (ticaret, sermaye yapayım) buna karşı sana yüzde şu kadar indirim yapayım derse indirim kadar faizle ödünç altın almış olur ki, bu işlem caiz olmaz.
Bunun yerine “Altını ortaklık sermayesi olarak bana bırak, ben meşru yoldan ticaretini yapayım, kârı paylaşalım” derse bu caiz olur.
Soru
Sayın Hocam,
Biz zirai ilaç satışı yapıyoruz. Bölgemizde meyvecilik ağırlıkta. satışlarımız da şubat-temmuz dönemi tahsilat dönemimiz, hazirandan mart-nisana kadar gitmekte. Çiftçiler ilaç döneminde yaklaşık 13-17 kez gelip dönemsel ilaçlarını almakta. Bu müşterilerle hesap görürken müşterinin ödeme vadesine göre fiyat belirliyoruz. Hesaplamada usul hatası yapmamak için usul ve esasları nasıl yapmalıyız. Konuyla ilgili detaylı kaynak nasıl bulabiliriz.
Cevap
Her ilaç satış-alışı bir “satım akdidir”. Her akitte taraflar, ödemenin peşin mi, vadeli mi olacağını önceden konuşurlar. Müşteri vadeli alıyorsa satıcı, vade farkını da koyarak ilacın bedelini açıklarlar. Bu bedel üzerinden belli ilaç alınınca (aldım-sattım denince veya sözleşme, senet vb. imzalanınca) akit kurulmuş olur. İlaç müşterisinin diyelim birinci alıştan bin lira borcu oldu, ikinci alış da aynı usul ile yapılır, bundan da 1200 lira borcu oldu; toplam 2200 lira borcu olur. Buna her alışından oluşan borcu eklenir. Ödeme vadesi geldikçe vadesi gelen borcunu öder. Vadesi gelmeden de borcunu ödeyebilir; bu takdirde satıcı, alacağından bir kısmını düşürürse (hibe ederse ) güzel olur. Borçlu vadesi gelen borcunu ödeyemezse gecikme farkı alınamaz; alınırsa faiz olur; yalnızca enflasyon farkı alınabilir.
Soru
Hocam,
1. Nice zamandır aklıma takılan bir şeyi size danışmak için izninizle bu soruyu iletmek istedim.
Müslümanlar olarak sanki bir kampanyadan faydalanacakmış gibi hayatımızı şekillendiriyoruz. Bu kampanya “seç cenneti kazan kampanyası” gibi. Sanki bir büyük günah seçiliyor ve ona kesinlikle yaklaşılmıyor ama diğer eksiklikler kabulleniliyor. Örneğin, kul hakkı yeniyor ama domuz eti kesinlikle yenmiyor ya da faizli işlem yapılıyor ama zina yapılmıyor gibi. Kendini düzeltme çabası olmadan ve sadece bazı büyük günahlardan kaçınma ile ilgili ne dersiniz? İnsanlar için karar vermek bizlerin haddine değil tabii ki ama bu şekilde cenneti kazanmak mümkün müdür?
2. Bir de Hocam, kendimde fark ettiğim hataları teker teker düzeltmeye çalışıyorum. Ancak o kadar kanıksamışım ki bazı huylarımı değiştirmekte zorlanıyorum. Nice zamandır uğraşıyorum hâlâ düzeltemediğim davranışlarım var. Sonra da şöyle düşünüyorum: Ben hataları olan bir Müslümanım, kendimi düzeltmeye çalışıyorum, elbet Rabbim merhametlidir bağışlar ancak “Benim bu hatalarımı düzeltmeye çalışmam fakat bazen başarısız olmam rahmeti hak etmek için yeterli mi?” sorusunu soruyorum kendime. Sonra yeniden hatalarımı düzeltmek için çalışıyorum. Benim bu durumum hakkında tavsiyeleriniz nelerdir?
Cevap
Mümin, bütün günahlarına tövbe eder ve bir daha yapmamaya söz verir ve sâlih amel işlemeye devam ederse Allah Teâlâ onun, geçmiş günahlarını affedeceği vaadine bulunuyor.
Furkan Suresi’nin tefsirinde (Kur’ân Yolu isimli tefsirimiz) tövbeden önceki günahlar konusunda şu açıklama yapıldı:
“70-71. Tövbe (tevbe), kulun bir vicdan muhasebesi neticesinde duyduğu pişmanlığın ardından inkâr ve isyandan, her türlü kötülükten gönüllü bir vazgeçişi ve ona bir daha dönmeme kararlılığını ifade eder. Kur’ân birçok âyette, bu şekildeki bir dönüşü son derece değerli bulur; –işlenen kötülükten dolayı pişmanlık duyup sağlam bir iradeyle vazgeçmeye karar verilmesi, ilgili kötülüğün tamamen terkedilmesi ve ona bir daha asla dönülmemesi şartıyla– inkâr, şirk gibi en büyük günahlar da dâhil olmak üzere bütün bâtıl inanç, düşünce, kötü duygu ve davranışlar için yapılan tövbelerin makbul ve bunun, tövbe yapanın o günahtan dolayı günahlarını affettirmeye yeterli olduğunu bildirir. Burada da ifade buyurulduğu üzere, inkârdan dönüş iman etmekle, kötü amellerden dönüş ise bunların yerine iyi ve erdemli işler yapmakla olur. Ancak bütün bunlar psikolojik bir motife dayanması halinde mümkün olduğu için Hz. Peygamber, ‘Tövbe, günahtan dolayı pişmanlık duyup af dilemektir’ buyurmuştur (Müsned, VI, 264; İbn Mâce, “Zühd”, 30). 70. âyette, Allah Teâlâ’nın, bu şekilde tövbe eden birinin günahlarını (seyyiât) iyiliğe (hasenât) dönüştüreceği ifade buyurulmuştur. Tefsirlerde âyetin bu son ifadesi genellikle üç şekilde yorumlanmıştır: a) Allah, onların tövbe etmezden önce işledikleri kötülüklerden doğan günahlarını sevaba çevirir ve kıyamet gününde bu kötülüklere iyilikmiş gibi karşılık verir (meselâ bk. Taberî, XIX, 47-48). Bu yoruma göre tövbe sayesinde günah, sadece affedilmekle kalmıyor, aynı zamanda sevaba dönüşmüş oluyor. Bu yorum aşırı bulunarak âyete bizim tercih ettiğimiz şu anlam da verilmektedir: b) Allah, onların tövbe etmezden önceki kötü hallerini tövbe ettiklerinde iyi hallere çevirir ve onlar bundan böyle inkâr yerine iman ederler, isyan ve günah yerine itaat ve takvâya yönelirler; tövbe etmezden önce kötü insan iken tövbe sayesinde Allah’ın da yardımıyla iyi insan, iyi mümin olurlar (Zemahşerî, III, 105; Râzî, XXIV, 112). c) Şevkânî, bazı sahâbîlerin ve daha başka âlimlerin, âyetin bu cümlesi hakkındaki görüşlerini şu şekilde özetler: Buradaki “değiştirme ve çevirme” (tebdîl), sadece “affetme” anlamına gelir. Yani Allah onların söz konusu günahlarını affedecektir, yoksa onları iyiliklere çevirmeyecektir (IV, 103). Bununla beraber son iki yorum arasında bir fark görülmemektedir. Affedilenlerin cezalarının kaldırılması, âkıbetlerinin kötüden iyiye çevrilmesidir.”
İkinci soruya gelince:
İnsanın kendini ıslah için sarf ettiği gayret ve mücadele “büyük cihad”dır. Buna devam eden kulu doğru yola ileteceğini de Allah Teâlâ vadediyor. Mümin buna azimle devam ederken hayatı son bulsa, tamamını ıslah etmiş gibi muamele görmesi umulur.