Irkçının cahili için, karşısındakinin dilinin, renginin, dış görünüşünün farklı olması ona düşman olmak için yeterlidir.
Biraz okumuş takımı ise yaptığına mantıklı izahlar getirmeye çalışır, mesela sınır güvenliğinin bir ülke için ne denli önemli olduğunu izah ederek yapar aynı şeyi. Irkçılık ilkel ve utanç verici bir durum olduğu ve savunulması kolay olmadığı için hiçbir ırkçı kendisinin ırkçı olduğunu kabul etmez. Güvenlik sorunu, ırkçılığını gizlemekte kullandığı en güçlü bahanedir. Yabancılar iç güvenlik sorunudur ve bir devletin de kendi güvenliğini korumayı istemesinden daha tabii ne olabilir diye iddia eder ve arkasından da gönül rahatlığı içinde yapar yapacağını. O yüzden beka, meka diyerek takındığı gayri ahlaki tutumu mazur, hatta haklı göstermeye çalışır.
Bunlardan K. Kılıçdaroğlu'nun mültecilerle ilgili yıllar önce başlattığı, arkasından başka ırkçıların sürdürdüğü bir algı çalışması var. "Bu Suriyeliler mademki bayramda ülkelerine gidebiliyorlar ne diye dönmelerine izin veriliyor, bizim sınırlarımız yolgeçen hanı mı?" şeklinde. "Bayramda gidip eş dost, akraba ziyaret edilebilecek kadar güvenli bir yere gidenler dönmesinler, kalsınlar kendi ülkelerinde" şeklindeki bir söz, konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmayanlarca söylendiğinde mazur görülebilecek olsa da, algı oluşturmaya çalışanlar kesinlikle durumun bu kadar basit olmadığının farkındalar.
Bir kez daha söyleyelim, bayramda gidip gelinen bölge Esed rejiminin kontrolünde olan bölgeler değil. Sığınmacıların bayramlarda gidip geldikleri yerler, Türkiye'nin PKK-PYD'ye karşı yürüttüğü Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonları ile kontrol altında tuttuğu bölgeler ile muhaliflerin elinde olan ve Türkiye girişleri kapattıktan sonra Esed'in bombalarından kaçanların sığındığı, bir kısmı yeni inşa edilen biriket evlerde, ekseriyeti ise çadır ve barakalarda, üç ila dört milyon civarında insanın yaşadığı İdlib.
Uzun bir süredir ırkçı propagandalara direnen iktidar en sonunda bu ahlaksız saldırılara teslim oldu ve önce ittifak ortağı D. Bahçeli, bir süredir hep yaptığı gibi sığınmacılar konusunda da ön alarak iktidarın ne yapması gerektiğini belirtti. Hemen ardından İçişleri Bakanı S. Soylu, dönmek isteyenlerin bayramda gidişlerine izin verilmeyeceğini açıkladı ve Cumhurbaşkanı da bu açıklamayı yanlış bulmadığını söyledi. Bununla ırkçıları teskin edeceklerini sanıyorlar ama bu kesinlikle olmayacak, verilen taviz onları daha azdıracak. Oysa yukarıda bahsettiğimiz gerçeği, yani mültecilerin bayramda nereye gittiklerini en bilenlerden birisi İçişleri Bakanı S. Soylu. Sınır ötesine defalarca gitti ve yerinde gördü orada insanların hangi şartlarda yaşadıklarını. Keşke muhalefetin bu vicdansız saldırıları karşısında yelkenleri indirmek yerine onlara İdlib'e birlikte gitmeyi teklif etseydi. İçlerinde insanlıktan bir kırıntı kalmışsa eğer, bu konuda konuşurken bir daha düşünürlerdi.
Türkiye'de yaşamanın zorluklarını gören, ırkçıların tacizlerine dayanamayarak Suriye'ye dönmeyi deneyenlerin başlarına neler geldiği, henüz sınır kapılarında neler yaşadıkları konuya duyarlı bazı internet sitelerinde yer aldı, alıyor ama ırkçıların bunları görebilmesi imkansız. Çünkü Allah bu merhametsiz tutumlarından dolayı onların kalplerini de gözlerini de karartmış. Uluslararası Af Örgütü, 2021 yılında "Eceline Gidiyorsun" başlığıyla yayımladığı raporunda, Suriyeli istihbarat yetkililerinin, ülkeye geri dönen 13'ü çocuk 66 kişiye karşı ne korkunç fiiller işlediğinin belgesini yayımlamıştı.
Bir tıkla Google'den bulabileceğiniz bu raporda bir sınır güvenlik görevlisinin geçiş noktasında sorgu için kullanılan küçük bir odada Nur isimli kadına ve beş yaşındaki kızına tecavüz ettiğinden bahsetti ama dünya kamuoyu pek oralı olmadı. Suriye cezaevlerinden canlı çıkmayı başarmış az sayıdaki insanlarla gerçekleştirilen röportajlarda, özellikle kadın ve çocuklara yapılanları dinlemek bile insanım diyenin tahammül edebileceği türeden değil. Bu insanların yaşadıklarını okurken hikayenin sonunu getiremiyorsunuz bazen. Sığınmacıların gönderilmeye çalışıldığı Suriye on yılda bir milyon kişinin öldürüldüğü on binlerce kişinin işkenceyle katledildiği, on milyona yakın insanın yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldığı böyle bir ülke, Daha on beş gün önce İdlib'de rejimin uçaklarının bombalaması sonucu okuldan dönen 4 çocuk öldü. Gitsinler de bir daha dönmesinler dediğimiz ülke, dünyanın 11 yıldır kör kaldığı böyle bir yer.
Suriye'de nasıl bir değişiklik oldu da rejimin, İran ve Rusya'nın katliamlarından kaçarak bize sığınan bu insanları gitsinler diye zorluyoruz. Hem uluslararası hukukun da buna izin vermeyeceğini bildiğimiz halde ha bire gitsinler demek, sokak serserilerini bu insanların üzerine kışkırtıp, kaos yaratmaktan başka hangi işe yarayacak. Orada bir yönetim değişikliği olsa evinden toprağından edilen bu insanların kaçı bu ırkçı-faşist tacizlere, saldırılara razı olur da kalmaya devam eder. Çok mu meraklılar, bu kadar aşağılanmaya, hakaretlere, sözlü- fiili saldırılara. Savaş öncesi o insanların iyi kötü bir düzenleri vardı, çoğu iş güç sahibi insanlardı, evlerini ocaklarını keyiflerinden bırakıp kaçtıklarını mı zannediyoruz acaba?
En sıradan olayları bile konuyu kaşımak için kullananlar aslında memlekete en büyük kötülüğü yapıyorlar. Sağcı, milliyetçi çizgide yayın yaptığını iddia eden Yeniçağ isimli gazete, geçen gün Arapça üzerinden tahriklerini sürdürmüş. Başakşehir'de bir kafede müşterilere gelen Arapça adisyon üzerinden Türkiye'nin dilinin Türkçe olduğunu hatırlatmış. Oysa İstanbul'un çarşı pazarını yıllardır turistlerin ülke yoğunluğuna göre İngilizce, Rusça vs tabelalar, afişler doldururdu ve bunlar hiç kimseyi rahatsız etmezdi. Ne zaman ki bunların yanında artan mültecilerden sonra Arapça tabelalar görülmeye başladı, hemen bir Türkçe hassasiyeti hortlatıldı.
Dertlerinin Türkçenin korunması filan olmadığını herkes biliyor. Sığınmacı karşıtlığı maskesiyle İslam'a olan düşmanlıklarını gösteriyorlar. Sadece İstanbul gibi büyük şehirlerde değil, sıradan bir Anadolu kasabasında, hatta kırsalında dahi İngilizce, Fransızca tabelalara kör olanlar Arapça tabelalar asılınca farkına varıyor büyük tehlikenin. Çünkü ırkçılar aynı zamanda islama da düşmandırlar, zira dinimiz ırkçılığı lanetler. İnsanları ırklarına, tenlerine, dillerine göre ayrımcılığa tabi tutmayı bir cahiliyye davranışı olarak görür.
Şimdi bu yazının altına yorum adı altında bir sürü zırva döşeneceğini biliyorum. Zira ne zaman Suriye'den ya da Filistin'den bahsetsek, oradaki İsrail ve Esed rejiminin işlediği mezalimi anlatsak, iflah olmaz birileri hemen klavyeye sarılıyor ve ne Arap seviciliğimiz kalıyor ne de kendi milletimizi bırakıp elin adamına güzelleme yaptığımız. Hatta içlerinden çok seviyorsan al evine besle diyen çok zekiler bile çıkıyor, kedi köpekten bahseder gibi. Sanki yardım etmenin başka hiçbir yolu kalmamış. Başka yol kalmamışsa eğer, kapımızın önünde ölmelerini seyredecek kadar insanlıktan çıkmadık, evimize de alırız. Ama onların istediği de bu değil, bizi evinize alın filan diyen yok. Tepelerine yağan bombalardan korunabilecekleri, aileleri, çoluk çocukları ile birlikte insan gibi yaşayabilecekleri bir yer, bütün istedikleri bu. Doğup büyüdükleri topraklar güvenli hale geldiği gün büyük çoğunluğu döner, bunun için davul zurna da istemezler, zahmet etmeyin.
Neymiş Türkiye'de bu kadar fakir fukara varken ne diye topraklarını savunmak yerine gelip bizim ekmeğimize aşımıza ortak olan asalaklara bakacakmışız. Halbuki bu insanlar topraklarını savunmadan kaçmış savaş kaçkını filan değiller. Suriye bir düşman işgaline uğradı da bunlar evlerini, yurtlarını düşmana terk etmediler ki. Orada bir iç savaş var. İç savaşla düşman işgalini bile ayıramayacak kadar kör cahiller kalkıyor, yorum adı altında saçma sapan şeyler yazıyorlar. Buradan bile ırkçılıklarına haklılık payı çıkartıyorlar, kendilerini vatansever, mültecileri ise yurtlarını bile savunmadan kaçan savaş kaçkınları gibi göstererek. Boşuna denmemiş, ırkçılık hastalıktır diye, Allah şifa versin.