Salon takımı eskimişti ve hemen hemen her gün yeni bir salon takımı alınması için kocasının başının etini yiyordu.
Cevat Beyin; "Şu an durumum yok daha sonra alırım" cümlesinin bir anlamı yoktu onun için. Çünkü gelen misafirlerine yeni almayı düşündüğü salon takımını ballandıra ballandıra anlatacaktı. Havasını atacaktı onlara. Salonuna, evine ne kadar yakıştığını tam bir konsept sağlandığından bahsedecekti gelen misafirlerine.
Misafirliğe her gittiğinde komşularının salon takımından tutun da yatak odası takımını, mutfak araç gereçlerini hava atarak anlatmalarından usanmıştı.
Fatma Hanım kabul etmiyordu ama bu usanmışlıktan öte kıskançlık sancılarıydı. Bu kıskançlığını bastırmak için daha iyisini aldırmalıydı kocasına.
-Kocacığım ben komşularım gibi tüm odalarım için istemiyorum ki, sadece salon takımını yenileyelim bana yeter, diyerek talebini masumlaştırmaya çalışıyordu.
Cevat Bey çok biliyordu ki talepler salon takımı ile kalmayacaktı. İhtiyaç mıydı? Hayır, ama daha yenisini ve daha yeni modelini almak varken eskisi ile uğraşamazdı. Nihayetinde biraz eşinin baskılarından kurtulmak deyim yerinde ise çenesinden kurtulmak için maddi durumunu da zorlayıp kredi çekerek salon takımı almıştı.
Cevat Bey, salon takımı aldığı o günden sonra ödeme sıkıntısı yaşasa da başının etinin yenmesinden kurtulmuştu. Ama eşi komşularına gittiği sürece farklı bir istekle yeni taleplerin geleceğini de biliyordu.
Ve sonunda korktuğu başına gelmişti. Daha salon takımının taksitlerinin ödemesinin yarısına dahi gelmeden bu defa çocuklarının odasının yenilenmesi gerektiği cümleleri kurulmaya başlamıştı Fatma Hanım tarafından.
Eşyalar insanlara hizmet edecekken insanlar eşyaya hizmet etmeye başladı sözü aklına geldi.
Bu tüketim çılgınlığından vazgeçmeliyiz. Kısa süre önce aldığımız eşyaları sırf hava atacağım diyerek ya da yenisini alalım dediğin sürece evimizin bereketi kaçacaktır. Eski dediğin eşyamızın sadece bir kenarında leke var. Onu da temizlemeye verelim hallederiz, cümleleriyle havanda su döğüyordu Cevat Bey.
Hiç evi olmayanları düşün, evinde oturacak bir kanepeleri olmayan insanları düşün. Bizim eski diye dışarıya atacağımız bu eşyaların bazı insanlar için ne kadar kıymetli olduğunu düşün cümlelerini zaten duymuyordu Fatma Hanım.
O kafasına koymuştu bir kere ve o çocuk odası takımı da alınacaktı. Ve biliyordu ki Cevat Bey onu da alsa arkası gelecekti.
Cevat Bey, alış veriş yapmanın bizzat kendisinin, ihtiyaç olarak algılanmaya başlandığını, üretmek ve tamir etmek yerine yenisini alındığını gayet iyi biliyordu. Zaman her şeyde olduğu üzere "Kullan at" mantığı ile insan önce çevresine, sonra tüm kâinata ve sonunda kendine yabancılaştığını da çok iyi biliyordu.
Sonunda dayanamadı ve çocuk odası takımını da aldı daha doğrusu almak zorunda kaldı. Çocukları da çok sevinmişti odalarının yeni eşyalarına.
-Çocuklarım sevindi ya. Olsun, dedi içinden.
Çocuklarının teşekkür öpücükleri, eşinin de memnuniyetini görmek sevindirmişti onu ama işte bir de bu işin aması vardı.
Uzun bir süre eşyaları ile ilgili bir talep olmayacağı düşüncesi Cevat Beyi rahatlatmıştı. Bu rahatlıkla güzel ve huzurlu bir uyku yapacaktı. Öyle de oldu. Tâki saat 04.17 yi gösterene kadar.
Büyük bir gürültü ve sanki yer yerinden oynuyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama başının dönmesinden bunu başaramamıştı. Deprem olduğunu anlamıştı ama bir şey yapamıyordu. İlk olarak eşi ve çocukları aklına gelmişti. Eşi de yanında idi ama ayağa kalkamıyordu.
Fatma Hanımın ilk söylediği sözler "Çocuklarım" olmuştu. Gün ışığında gördükleri manzara korkutmuştu onları. Daha dün aldıkları çocuk odası takımı, daha taksitlerini bitiremedikleri salon takımı akıllarına dahi gelmemişti.
Oturdukları daire oturulamaz bir hale geldiğinde mecburen kendilerinin ve çocuklarının ikamet edeceği bir yere gitmek zorunda kalmışlardı.
Deprem sonrası sağlam olarak kalan otomobillerine sadece eşini ve çocuklarını ve birkaç battaniye dışında hiçbir şey alamamışlardı.
Daha düne kadar evlerinin tüm odalarını yenileme derdinde ve bunun kavgasında olan Cevat Bey ve Fatma Hanım evden sağ çıktıklarına şükrediyorlardı.
Anlamışlardı ki eşyaların hiçbir kıymeti yoktu. Daha düne kadar yaptıkları tartışmaların ne kadar anlamsız olduğunu, can malın yongasıdır dense de çok da kıymetinin olmadığının farkına varmışlardı.
Gösteriş ve komşularına hava atmak adına alınan eşyaların deprem sonrası bir arabaya dahi sığmaması gerçekten ders alınması gereken bir durumdur.
Ayla AYDEMİR'in dediği gibi;
Burası dünya!
Ne çok kıymetlendirdik.
Oysa bir tarla idi;
Ekip biçip gidecektik.
Sa'dî-i Şîrâzî, Gülistan isimli eserinde anlatılan hikayeyi de paylaşmak istedim.
Bir gün bir bedevîyi gördüm. Basra'da mücevherciler çarşısında başına toplananlara anlatıyordu:
"Bir zamanlar çölde yolumu şaşırmıştım, azığım da tükenmişti. Açlıktan dermanım kesilmiş, ölüm haline gelmiştim ki ansızın içi dolu bir kese buldum. O kadar sevindim ki o hatıranın zevki hâlâ dimağımdadır. Çünkü içindekini kavrulmuş buğday zannetmiştim, bir de ne göreyim: Kesenin içindeki inci değil mi? Bu sefer de öyle canım sıkıldı ki hâlâ aklıma geldikçe yüreğim sızlar."
Susuz insana kuru çölde, kum akan sahrada, ha inci ha kabuğu. Hiçbirinin değeri yoktur, çünkü orada altınla çanak çömlek aynı değerdedir.
Yakın zamanda yaşadığımız durum da maalesef bunu yaşattı. Paranın geçmediği paran olsa da harcayamadığımız bir ana şahitlik ettik...
Kimse kimsenin başının etini yemesine gerek yok. Hayat o kadar kısa ve değişken ki Sağlıktan ve huzurdan daha önemlisi yok.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…