Bal Tutan...

Günümüzde, kullanım amacının çok uzağında tüketilen atasözleri vardır. İnsanlar bu sözleri, yeri geldiğinde, anlatıma destek olmak için, olur olmadık her muhabbete yamarlar. Bu zavallı, ağzı dili olmayan sözlerin, çok zaman, gerçek manasını düşünmeksizin, sırf "günü kurtarmak" için söylendiğini anlamak zor değildir. Sırıtır çünkü... Yapılan iş, niyet, samimiyet... Anlatmaya çalıştığım mevzuda, bu üç hareket varsa, atasözünün inandırıcılığı, desteği artar.

Yine seksenli yıllar... Ortaokul voleybol takımındayım. Giresun'dan dönüyoruz. Topa elimin değmişliği yok. Takımın birisi çıkmamış karşımıza ve müsabakalar sonucu bölge ikincisi olmuşuz. Dönüş yolundayız... Herkes müthiş bir başarı elde ettiğimizi düşünerek, minibüsün içini zafer naraları ve şarkılarıyla dolduruyor. Bir tek ben katılamıyorum bu coşkuya; belki de elim hiç topa değmediğinden... Tek galibiyetle elde edilen bölge ikinciliği, kimseyi rahatsız etmiyor. Hatta "anamızın ak sütü gibi helal" diyenlerimiz bile var içimizde... Gece yarısını geçmiş ve Çorum'a iki saatlik yolumuz kalmıştı. Birçoğumuz uykuya geçmişti ki, minibüs durdu. Çakallı'da menemen yiyecekmişiz! Kimseye sormadan, "açlığınız var mı?" demeden alınan bu karar tuhafıma gitti. Zira, uykulu gözlerimin hasretinin son bulacağı evimdeki yatağım, az ötedeydi...

Şehirlerarası otobüs duraklarında, otobüsçülere özel olarak hazırlanmış beş yıldızlı sofraları ve onların biraz ötesinde, annesinin yola koyduğu mayalısının yanına bir çay alamayıp, kuru kuru yiyen, aynı otobüsün yolcularını da görmüştüm. Ağır vasıta şoförlüğü zor iş. Onca eğitim, onca sıkı formasyon ve bir sürü testten sonra alınan "E" sınıfı ehliyet... Yolun gittiği istikamette, tekerleri yolda tutmak! Bizim buralarda atom mühendisliğinden daha zor bir zanaattır... İşte bu yüzden belki de hiç bir atom mühendisi, "nötronun ustasıyım, protonun hastasıyım" yazısı yazamaz kapısına... Bunun için iddialı bir "hak ediş" gereklidir... Bizim kafile minibüsününki farklıydı... Minibüs sadece bize hizmet ediyordu ve hocamız Çakallı 'da menemen yemeden Çorum'a dönmek olmaz diyordu. "Hak etmiştik..."
Ben yine de gözlerimdeki uykuyu dile dökmek istedim: "Hocam ne gerek vardı? Çorum'a da az kalmış. Yola çıkarken de yemiştik hem..."
Hoca: "Hakan oğlum, neyniyon sen! İşine bak... Ekmek buldun giriş, iş buldun sıvış! Hem ne demişler: bal tutan parmak yalar!" 

O zamanki kafamla, Hoca'nın haklılığına inandırmaya çalışıyordum kendimi. Ama o küçük, saf ve bir o kadar temiz kafam, bir türlü anlayamıyordu bu kareyi. Henüz... Parmak benim parmağım, tamam... Bal nerenin balı? Bu bal nereden geldi? Esas sahibi kim? O parmağa sormazlar mı, hangi cüretle daldın güzelim bala? Diğer arkadaşları ve hocamı bilmem ama benim hak etmediğim kesindi. Elime top değmemişti...

Çorum'un yükselen değerlerinden, ilimize ayrı bir renk katan AHL Park’tayım. Mescidinde namaz kılmak istedim. Tuvaletler ve abdest alma yeri çok modern, tertemiz ve bir o kadar da bakımlı. Ulu cami tuvaletinin de böyle olabilmesini umut ederek kolları sıvadım. Kurulamak için kâğıt peçeteliğe elimi uzattığım sırada, arkamda abdest alan diğer bir amca da kurulama işlemine geçmiş, kâğıtları makineden bir bir çekmeye başlamıştı. Bu işlemin çok seri yapılıyor olması dikkatimi o yöne çekti. İlk beş kâğıdı çok seri bir şekilde çekip yüzünü kuruladıktan sonra, diğer beş kâğıtla boynunu boğazını ve diğer kâğıtlarla da ayaklarını kuruladı. Toplamda 23 kâğıt kullanan amca kendisine dikkatle baktığımı görünce, suçüstü yakalanmış çocuk edasıyla, biraz da mahcup: 
"Ayağımda nasır var" demek ihtiyacı hissetti. Gülümsedim... Mescitte de beraberdik... Onu beklemek istedim. Duası bitmek bilmedi. Çıkarken baktığımda, elleri semaya bakar vaziyette, istemeye devam ediyordu...