Bizi okutmak için himayesine alan ağabeyim, yazın sebze, kışın kestane satarak geçimi sağlamaya çalışırdı. Bu arada ben de o yıllardan itibaren kendimi ticaretin içerisinde buldum. Çarşıda dört tekerlekli kestane el arabasının başında ders çalışırdım. Kavrulmuş kestaneleri paket yapar ''kestane kebap yemesi sevap'' diye reklam ederek kahvanelerde satardım. Hatta asker sevkiyatı zamanında yetişmediği için kestaneleri akşamdan kavurur, ısıtır satardık. Çok güzel para kazanılırdı. Yine pazarda sebze satmaktan ''Buyurun! Seki turpu, seki fasulyesi'' diye bağırmaktan çok zevk alırdım. Daha sonra Osmancık Gemici Mahallesi, Koyunbaba Köprüsü karşısına bakkal dükkânı açtı. (1978) O günün şartlarında bu benim için farklı bir mutluluktu. Kendime güven gelmişti. Ağabeyim artık çoğu şeyi -toptancılardan mal almayı, ödeme yapmayı- bana emanet etmeye başlamıştı. Ben dükkânda olursam gözü arkada kalmazdı. Okuldan ayrı olan zamanımın çoğu vakti bakkalda geçerdi. Derslerimi bakkalda çalışır, ödevlerimi yine burada yapardım. Hafta sonları sabah namazıyla beraber bakkalı açar, önündeki o toprak alanları dâhil bir güzel temizlerdim.
O zamanlar koca mahallede iki üç tane bakkal dükkânı vardı. Marketlerin henüz isminin bile geçmediği o dönemlerde işler çok güzeldi. Bakkalın merkezi yerde ayakaltında olması, köylerin bugün ki gibi boşalmamış olması, on tane köyün traktörlerin buradan yolcusunu alması, Alpoğut kömür ocağına giden servisin önünden geçmesi gibi etkenlerden ötürü özellikle pazar kurulan Çarşamba, Perşembe günleri giren çıkan belli olmazdı.
Bakkalda yüz çeşit ürün vardı. Özellikle kömür ocağında çalışanlar aybaşlarında hanımı ile gelir -herkes hanımını getirmezdi o dönemler. Getirenlere de kılıbık denirdi- tüm ihtiyaçlarını toptan alırlardı. Bu alışverişlerin ayrı bir mutluluğu vardı.
Dükkân önünde sabahtan akşama kadar oturanlar eksik olmazdı. O dönemler de de hükümetler yıkılır hükümetler kurulur ''ben olsam deyip'' memleket kurtarılırdı.(!) Hala Anadolu'da bu işler böyledir. Yıkılır yapılır… ''Ben olsam'' ortaya atılır… Sonuç mu, bir arpa boyu, misali…
Tanıdık bir müşteri bir paket makarna aldı. Tarihi geçmiş olacak ki içinden kurt çıkmış. Dedi: ''böyle böyle'' bende, tecrübesizliğimden -ürünü yeni almıştık- samimiyetine dayanarak ''kökü bir paket, biz üretmedik ya, yenisini al'' dedim. Bunu gider zabıtaya anlatır. Denetime geldiler. 80 paket makarnayı topladılar ve bir de ceza yazdılar. O zaman anladım ki -haklı ise- bir sakız değeri kadar da olsa müşteri ile cebelleşilmez. Şerrinden korkulur.
Başka bir zaman sağlıkçılar denetime geldi. Biladerin portör muayenesinin günü geçmiş. Ceza yazdılar. En büyük ağabeyim ''la bilader, her gün sağlık ocağının önünden geçiyorsun, niye yaptırmadın?'' deyince, bakkal ağabeyim ''ya abi sıkma canını, peşin almadılar ya'' dedi.
Rahmetli babam satmak için köyden iki heğ (büyük sepet) beyaz üzüm getirmiş. Bizim köyde de üzüm yetiştiren olmaz. Bilader bunu yanındaki manava kilosunu 90 TL'den toptan satmış. Bunu duyunca babam kızdı, üzüldü. Paradan ziyade ''Remzi'nin üzümü ucuza gitti'' diye gurur meselesi yaptı. Bunun üzerine abim, babamın hatırı kalmasın diye üzümü geri aldı. Ben aynı üzümü dükkânın önünde kilosunu 120 TL'den sattım. Babacığım bunu duyunca çok sevindi. ''Muzaffer -mühendislik okuyor- okumasa korkarım da Mahir okumasa gözüm arkada kalmaz. Simit satsa geçinir'' dedi.
Belediye başkanı bizim mahalleden -selamlaşırlar- ama bilader ona siyaseten muhalif. Dükkân önünde siyaset konuşurken birileri sürekli söz taşırmış. Dolayısıyla zabıtalar sık sık ceza yazmaya başladı. Abim bu söz taşıyanları fark edince onların yanında başkanı ''ben hata etmişim, gelmiş geçmiş en iyi başkan bizim başkanmış'' diye övmeye başlar. Tabii alışkanlıkla bu sözü de hemen yerine yerleştirirler. Bundan sonra bir daha zabıtalar uğramaz. Esnafından memuruna kadar bugünde belki geçerli olan bir kurtuluş reçetesidir.
O dönemlerde çaya, şekere vb. zam gelince hemen zabıta kontrole gelir yarım çuval şeker olsa bile tutanak tutar, farkını devlet alırdı. Şimdi ki gibi tamamen serbest değildi. Serbest piyasa güzel ama bugünkü gibi tamamen serbest olması üzer. Zaten bunu da -hızlı etiket değişimini-vatandaş olarak sürekli dile getiriyoruz… İnsanlar ya devletten ya da Allah'tan tam korkacak. Ama millet olarak ikisinden de -mış gibi korkuyoruz.
90'lı yıllara doğru marketler çıkmaya başlayınca maalesef bakkalların pabucu hızlıca dama atıldı. Aynı ücrete satılan ekmek için bile marketler tercih edilmeye başlandı. Hatta zamanla bakkalların toptan aldığına marketler parenken de satmaya başladı. Dolayısıyla bizde birçok küçük esnaf gibi bakkalı kapatmak zorunda kalanlar arasında yer aldık.
Özeti: Ailesi ticaretle uğraşan ve arada yanında kalan çocukların hayata bakışı farklı olur. Kendinde özgüveni oluşur. Zorda kaldığımda ''pazarda limon satsam evi geçindiririm'' fikri hâkimdir. Amir memur olursa onun iletişimi, çalışma şekli fark edilir. Bu durum da gelecek adına çocuklar için bir kazançtır. Bize o lezzeti yaşatan, himaye ederek memur olmamızı sağlayan abime sağlıklı ömürler diliyor, ellerinden öpüyorum.
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nükteli nasihatin yer aldığı Mahirane Söylemler ve -hikâyeden şiire sızan- Susamak, Depremle Yaşamak ve Kazalar geliyorum Demez kitaplarımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. 536 5681141 No.lu telefondan iletişime geçerek, (150 TL) benden imzalı olarak temin edebilirsiniz.