BABAMIN KRAVATI

Yine yıl dönümü geldi. Yirmi üç sene olmuş babam gideli…
Devlet Memuru tanımının tam, eksiksiz karşılığı… Küsuratına kadar, hatta çoğu zaman fazlasıyla bir çalışma hayatı. Hak etme eyleminin vücut bulduğu örnek bir kişilik. Allah'ın insana doğuştan ruhuna işlediği doğruluk, dürüstlük değerlerine halel getirmeden, üzerine titreyerek, büyütüp geliştirerek, hayranlık duyulası bir yapıya büründürmek; Hayattaki en büyük geliri buydu. 
Memuriyetin ondaki duruşunu anlatan en önemli şey kravatıydı. Kendisi doğru düzgün becerip de bağlayamazdı. Bu işi annem yapardı. Hazır yapılı bir kravat bulamadığında sinirlenir, annemi hemen işe koşardı. Kravatı olmadan kendini eksik hissederdi. Devlet Dairesi, temsilin arz olunduğu yerdi. İnsanların ona bakarken Devleti gördüklerini düşünür, bu düşünce aklından geçtikçe de kravatına sarılır düzgünlüğünü kontrol ederdi. Kravatına özendiği kadar ceketine özenmezdi. Kravatın boynunda sıkı sarılmış bir ipten ibaret olması belki de ona aklından çıkmaması gereken bir tembihi hatırlatıyordu. Nefes de lokma da oradan geçiyordu zira… İnsanı hayatla bağını sağlayan bu iki unsur, bir kravat oluğunda dans etmekteydi. Ceket, insan giyimi için en önemli unsur olamazdı.Öyle olsaydı o da diğerleri gibi ceketin sırtını boş bırakmayan sıcaklığı ile zamanla şımarıp keyfi davranışlara meyledebilirdi. Babamın, ceket konusunda tek dikkat ettiği şey önünü iliklediği düğmesiydi. O yerindeyse mesele yoktu. Ceketi üzerine giydiğinde ilk yokladığı şey buydu. Saygı, hürmet, tevazu, çalışkanlık buradaydı. Bu şekilde insanlara hizmetinize hazırım diyebiliyordu. Çok iyi biliyordu kiağızdan çıkan kelimeler, kendisini destekleyecek ifadeler ve mimiklerle desteklenmezse hep eksik kalırdı. Yine de ceket düğmesi kravat kadar önemli değildi. Sonuçta haramın, helâlin, nefesin kontrol mekanizması daha mühimdi. 
Memuriyet babam için, üzerindeki kravatın duruşu gibiydi. Düzgün, temiz ve diri olmalıydı… Yamuk durması mümkün değildi. Kravatına uyguladığı sıkı kontrolü memurluğunda da yaşardı. Dairenin hükmü altında bulunan birimleri mesai saatinden iki saat önce yola çıkar kolaçan ederdi. Kimsenin ondan böyle bir beklentisi olmamasına rağmen, fazladan bir ücret de almaksızın bunu yapardı. Böyle iyi hissediyordu kendisini. Böyle iyiydi… İyi insanlar böyleydi!
Okullarda ders olarak okutulacak cinstendi babam. Memuriyet hayatında bir gün bile sevk almayan nadir insanlardandı. Kırk beş yaşında emekli oldu. Olmak istemezdi aslında. Onun için emeklilik ölmekti. Çalıştığı dairede yönetim değişince onu, hâkim olduğu mıntıkanın dışında alâkasız bir birime göndermek istediler. Bu vaziyeti hissettiği anda da dilekçesini işleme koydu.
*
Yeni memur yeni odasında, yeni makamını sindirmeye, içerisinde bulunduğu ortama kendisini inandırmaya çalışıyordu. İşle ilgili en ufak bir bilgisi, birikimi olmadığını hissettirmemek oldukça zor olacaktı. Olsun! Abileri vardı arkasında… Bu ona yeterdi… Bu hep böyle olmuyor muydu? Tabii… Çok normaldi… Şaşıracak, endişe edilecek bir durum yoktu… Nasip, kısmet bu işler! Rabbi nihayet onun sırasını getirmişti. Allah her şeye kadirdi!
Yeni odasındaki aynaya bakıyordu. Cekete çok para vermişti. Olsun! Bu makam için değerdi. Kravatı da cekete uydurmuş güzel bir kombin oluşturmuştu.  Daha ne olsundu. Gurur duydu kendisiyle. Sonra birden Başkan girdi odaya! Apar topar, telaşla gevelemeye başladı:
"Başkanım!"
"Mehmet Beycim, iyisin hoşsun da önce bir büyük gelince önümüzü iliklemeyi öğrensek, de mi ya!"