Ayna farsça bir kelime olup ayn yani göz ile köken alır. Ayn (göz)ın baktığı ve orada kendini gördüğü şey (ayn-a) bireyseli aşarak toplumsal bir otokontrol mekanizmasını hatırlatan bir metafordur.
Kendine güveni olanlar, aynaya da bakmaya cesareti olanlardır. Aynı şekilde kendine güveni ol(a)mayanlar da aynaya bakmaktan korkanlardır. Neden aynaya bakarız ya da bak(a)mayız? Çünkü aynalar olanı gösterir. Ne görüyorsanız gerçek de odur. Gençlerin ayna ile haşır neşir olurken, yaşı ilerlemiş olanların ayna ile mesafe koymalarının sebebi de bu olsa gerek.:) Sonuçta kabullenme ya da kabullenmeme söz konusudur.
"Aynalar türlü türlüdür, yüzünü görmek isteyen cam'a, özünü görmek isteyen can'a bakar",
"Dost dostun aynasıdır.", "Kendini görmek istiyorsan, aynana bak",
"Hayat bir ayna gibidir, gülümserseniz o da size gülümser" gibi sözler de sosyal hayatımıza dair aynalar üzerinden bizlere ipucu verir.
Toplumsal otokontrol da bireyin kendini kontrolünden neşet bulur. Birey olarak kendimizi sürekli bir sınamaya tabi tutmalıyız. Nihayetinde en kesif sorgu mekanı vicdandır. Mütemadiyen bu sorgu alanından geçmeliyiz. Esasında Hadis-i Şerifte geçen "Ölmeden önce ölünüz" hadisi, aynadan kendimizi görmemizi salık vermektedir. Bu aynadan geçmeden israf edilen her fiil ve kavlimiz saman alevinden öteye geçmeyecektir.
Ancak; İsmet ÖZEL'in dedği gibi "Aynaların nesneleri gösterdiği doğrudur ama aynalar insanları göstermez. Ben kendimi aynada görmem. İçimde zaten aydınlık ve netlik olduğu görüşündeyim. Ayna bana başkaları beni zarar görüyor konusunda bana rapor verir." diyorsanız, İsmet Özel gibi içini görebilen, iskeletini görebilen kaç kişi vardır? Yoksa insanın iskeletini gördüğü an sonun başlangıcını gördüğü an mıdır? İşte aynaların ötesinde görebildiğiniz iskeletiniz sizi ne kadar ürkütüyor? Sorularına da cevap vermek durumunda kalırsınız.
Bizim bahsedeceğimiz ayna, sembolik bir anlam taşımaktadır. Daha çok vicdan, ahlak, mesleki etik anlayışımızı yansıtmaktadır.
Olaya tersinden bakalım. Yani aynaya baktığımızda "Kendimizi nasıl görüyoruz?" sorusunu, "Birisi aynadaki bizim görüntümüze baktığında neler görüyor?" şeklinde soralım. Burada öncelikli problem, başkasının aynada bizi görmesini müsaade edip etmeyeceğimizdir. Bu da cesaret işidir. Kendine özgüveni olan insanlar açısından problem yoktur. En önemlisi de eleştiriye açıksanız hiç problem yoktur. Aynaya bakan kişi dost ise onun yapacağı eleştiriler dua kabilinden olacaktır.
Ancak kişi, kibir, ihtiras aşırı hırsa sahip ise ne aynaya baktıracaktır, ne de aynada görünen ile ilgili yapılan eleştirilere müsamaha gösterecektir. Herkesin her konuda konuştuğu ama konuştuğu konuda kendisinin örnek olmadığı bir zamanı yaşıyoruz. Eğitimi konuşanların eğitim adına bir katkı sunmaması, ekonomi üzerine konuşanların ekonomiye katkı sunmamaları… Aslında bu insanlar, İsmet Özel'in dediği gibi "Allah, insanı iddiasından vurur" konumuna düşürmektedir.
Çile çekmemiş kişilerin hovardaca kelimeler, cümleler savurması bir süre sonra toplumda karşılık bul(a)mamaktadır. Bu iki tarafı da olumsuz etkiler. Anlatılan konulara ve anlatan kişilere karşı duyarsızlıklar oluşturur. Bir süre sonra da güvenirlilik problemi yaşatır. Hayatımızın her alanında yaşadığımız israfı, sözlerimizde ve kullandığımız kelimelerde de yaşamaya başladık. Kullandığımız kavramlar, hayatımızda karşılık bulmadığı için kavramların da içini boşalttık.
Sevgiyi, aşkı magazin haberlerine düşürdüğümüzden beri manevi anlamda gerçek aşkı ve sevgiyi bulamaz olduk. Sevgi ve aşk kelimelerini anlamsızlaştırdık içini boşalttık. Artık gençlerimiz arasındaki aşk ve sevgi, magazin haberlerinde gördüklerinden ibaret oldu. Magazin haberlerinde şaşalı evlilikleri izlerken, aynı kişilerin bir yılı geçmeden boşanmalarını da büyük bir zevkle magazin haberi olarak izler olduk.
Şayet evimizde küçük de olsa bir kitaplığımız varsa kitaplığımızdaki kitap sayısı ile hava atar olduk. Okuduğumuz kitaplarda edindiğimiz bilgileri hayatımıza tatbik etmedik. Televizyonlarda güzel konuşanları ya da tartışma programlarını izlemek ile entelektüel olunacağı safsatasına kendimizi inandırmaya çalıştık. Oysaki bilgi ve kültür yolunun, emek, sabır ve çalışkanlık isteyen bir yol olduğunu aklımıza hiç getiremedik.
Hem liseye geçiş sınavları, hem üniversite sınavları için yeterince yeteri kadar sınavlara hazırlanmamış/hazırlanamamış çocuklarımız için "okunmuş suyu içince" ya da "okunmuş pirinci ağzına atınca" şakır şakır sınavlarını vereceğini, başarılı olacağını zannettik. Duaların fiili duaya dönüşmediği sürece samimiyetten uzak olduğunu anlayamadık. Özetle kavramların içini boşaltmak için çok çaba sarf ettik...
İçini boşaltmayı başardığımız (!) diğer önemli bir kavram ailedir. Yüzlerce televizyon kanalında yüzlerce dizi ve filme saatlerimizi ayırdık. "Bu dizi ve filmler ailemizi yok etti mahvetti" çığırtkanlığını da yine en çok bizler yaptık. Radyo Televizyon Kurumu'na (RTÜK) şikâyet etmekle görevimizi yerine getirdiğimizin rahatlığıyla (!), şikâyet ettiğimiz dizi ve filmleri izlemeye devam ettik.
Muhafazakâr kesimin sahiplendiği kanalların çoğu, en çok da bizleri iddiamızdan vurdular. Siyasi anlamda taraf görünen, aynı zamanda dizi ve filmleriyle ailemizi en çok zarar veren bu kanallar olduğunu fark edemedik.
Yazımızın başında "Kendine güveni olanlar aynaya da bakmaya cesareti olanlardır. Aynı şekilde kendine güveni olamayanlar da aynaya bakmaktan korkanlardır." demiştik. Artık aynaya bakma zamanımız geldi. Geçin aynaların karşısına; klavyemizle yazdıklarımız, kitaplarda, vaazlarda anlattıklarımızla davranışlarımız uyuşuyor mu? Özünüzle, iziniz aynı mı siz karar verin.
Korkmayın cesaretinizi toplayın ve aynada gördüğünüz gerçekten siz misiniz? Buna siz karar verin. Dostlarınızın eleştirisini dua kabilinden kabul etmiyorsanız, kendi kendinizi eleştirmeyi deneyin. Emin olun aynada gördüğünüzü, doğru bir şekilde söyleme cesaretini gösterdiğinizde kazanan siz olacaksınız.
Aksi takdirde çevrenizi değil, kendinizi kandırmaya devam edeceksiniz. Karar sizin.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın.