Dağ başında, ıssız bir mekanda tek başımıza yaşıyor olsak bile engin bir anlayış, tahammül, sabır ve hoşgörüye ihtiyacımız var.
Öncelikle kendi mutluluğumuz ve huzurumuz için lazım olan bu değerli meziyetlerin bütünü, huzurlu ve mutlu toplumun temel taşını oluşturuyor. Kaldı ki dağ başında ve ıssız bir mekanda yaşamıyoruz. Olabildiğince kalabalık, olabildiğince telaşlı bir toplumla hemhaliz.
Dağ başında bile sabır ve anlayışın gereği var dedik ya, orada bile çevrenizdeki doğaya karşı, gözümüzün gördüğü-görmediği canlılara karşı tahammül ve hoşgörü gerekirken, şehirlerin beton kalıpları arasına sıkışmış yaşamlarda, bu erdemlere daha çok ihtiyaç var.
Stresli ya da sıkıntılı olan insanın sadece bizim olmadığımızı, başkalarının da stres ve sıkıntısı olabileceği ihtimalini göz ardı etmeden kollektif bir hayat sürmek mümkün.
Bizim özgürlük sınırımızın, bir başkasının özgürlük sınırına dayandığında sona erdiğini unutmadan atacağımız her adım, bizi sarıp sarmalayan tutsaklıklar zincirini birer bire kıracaktır. Aksi davranışlarla kendimize prangalar vurarak hem kendimizin hem de toplumdaki herkesin huzuruna kastettiğimizi bilmeliyiz.
Şu üç günlük dünyanın kendimiz başta olmak üzere hiç kimseye zindan olmasını istemiyorsak, bu değerli hasletleri evimizden başlamak üzere, hayatımızda temas ettiğimiz ne kadar alan varsa oraya taşıyabilmeliyiz.
Bir de bu hassasiyeti deneyelim ve görelim her şey nasıl da dönüp dolaşıp mutluluğa ve huzura dönüşüyor. Aslında çok zor değil, biraz anlayış, biraz hoşgörü, saygı ve sabırla bu hayatı kendimiz ve çevremiz için çekilmez olmaktan kurtarabiliriz. Denemeye var mısınız?