Şehzade Ertuğrul Osmanlı Devleti'nin dördüncü padişahı olan Yıldırım Bayezid'in en büyük oğludur. Osmanlı tarihine baktığımızda hanedanın altıncı şehidi olarak kaynaklara geçmiş idi. Yıldırım Bayezid'in Ertuğrul, Süleyman, Mustafa, İsa, Musa, Mehmet ve Kasım olmak üzere toplam yedi oğlu olduğu tarafımızca bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nin şehzadelerinin sancaklara gönderilerek idareci konumunda bölgenin yönetimine katkı yapmaları için sancakbeyliğinde bulunmaları adeti doğrultusunda Yıldırım Bayezid oğullarından Şehzade Ertuğrul'a, Saruhan'ı (Manisa) daha sonra Karasi (Balıkesir) sancağını vermişti. Öteki oğlu olan Emir Süleyman'a önce Aydın ilini sonra Kastamonu ve nihayet Sivas'ı ele geçirilince burayı verdi. Diğer oğullarından Şehzade Mustafa'yı Hamid İli (Isparta) ve Teke (Antalya'nın Kuzeydeki dağlık bölgeleri), Şehzade İsa'yı Antalya, Şehzade Musa'yı ise Kütahya sancakbeyi yapmıştı. Şehzade Mehmet ise o dönemde Amasya'da idi. Şehzade Kasım henüz çok küçük olduğu için o sancakbeyi olamamıştı ve saray bulunuyordu.
Fakat yukarıda saydığımız şehzadelerin ölüm tarihi ve yerleri belliyken esas tartışma Şehzade Ertuğrul'un nerede, ne zaman ve nasıl öldüğü üzerinde yoğunlaşır. Zira Neşri'nin Kitab-ı Cihannüma'da "Ve Ertuğrul, atasınun hayatında Kadı Burhaneddin vakasında Allah emrine varmışdı." kaydından hareketle Şehzade Ertuğrul'un Çorum'da vuku bulan Kırkdilim savaşında (1392) şehit olduğu kabul edilegelmektedir. Neşri'nin Kitab-ı Cihannüma'sını baz alan tarihçiler Şehzade Ertuğrul'un ölümünü 1392 yılındaki Kırkdilim savaşına bağlarlar. Âşık Paşazade, Oruç Bey ve anonim bazı tarihler ise Şehzade Ertuğrul'un ölümünden hiç bahsetmezken bazıları da babası Yıldırım Bayezid'in sağlığında öldüğünü nakletmekten ileri gitmezler.
Osmanlı kaynaklarındaki birbiriyle çok çelişkili bilgilerin yanında Osmanlı-Kadı Burhaneddin çekişmesini en ayrıntılı şekilde anlatan ve devri olaylarının en önemli kaynağı olan Esterabadî'nin Bezm u Rezm adlı eserinde Şehzade Ertuğrul'un ya da herhangi bir Osmanlı Hanedanı üyesinin isminin hiç geçmemesi, Şehzade Ertuğrul'un Osmanlı Devleti ile Kadı Burhaneddin arasında yapılan Kırkdilim savaşında (1392) öldüğü iddiası hakkında yine akılda soru işaretleri bırakmaktadır. Zira Kırkdilim savaşını en küçük detaylarına kadar anlatan Esterabadî, Osmanlı Devleti ile karşılaşan Kadı Burhaneddin'in askerlerinin sayısının çok fazla olmasından dolayı, Osmanlı sultanının askerlerin tamamını teftiş etmeye bile zaman bulamadığını, iki ordunun karşılaşması sırasında çok çetin ve kanlı bir savaşın yaşandığını, kılıç darbeleriyle kellelerin uçtuğunu, kısa sürede ortalığın kan gölüne döndüğünü, düzlüklerde ceset yığınlarının meydana geldiğini, bu durum karşısında Osmanlı Devletinin ordusunun yorgun ve bitkin bir halde savaş meydanından kaçarak kendilerini dağların kovuklarına gizlediklerini kaydederken, Yıldırım Bayezid'in herhangi bir oğlundan söz açmaması ilginç olduğu kadar şayet Şehzade Ertuğrul bu savaşta öldüyse Esterabadî'nin bundan haberinin olmaması veya bunu önemsiz gördüğü sonucunu doğurmaz.
Şehzade Ertuğrul'un bu bilinmezliğini aydınlatmak için Emir Timur'un Sivas şehrini kuşatması sırasında Osmanlı Devleti'nin kuvvetlerinin başında Şehzade Ertuğrul'un bulunduğu ve bu kuşatma sırada şehit olduğu yönünde bilgiler veren Osmanlı tarihlerine de tarafsızlık açısından yine bakmak gerekir. Örneğin Ruhi, Yıldırım Bayezid'in Malatya ve Erzincan'ı fethettiği yıla dair yaşanan olayları anlatırken "Bu tarih sekiz yüz üçüncü yılda (803/1400-1401) idi. Hem ol yıl Padişah-ı âlem penahın Ertuğrul nam oğlı vefat idüb padişah-ı âlem penah anunçün begayet müteellim olub ol yıl bir gayri yere sefer olmayub adl ve dad itmeğle meşgul oldu." kaydıyla Şehzade Ertuğrul'un öldüğü yıl olarak 1400 tarihini yer olarak ise kesin olamamakla birlikte Emir Timur'un Sivas şehrini kuşatmasını işaret eder. Osmanlı tarihçilerinden İbn Kemal de Ruhi'ye benzer şekilde bir kayıt düşerek Şehzade Ertuğrul'un ölümüne dair Emir Timur'un Sivas şehrinin kuşatmasını anlattığı kısımda şunları yazar; "Ol esnada ki … mezbûr diyâr-ı meşhârun (Sivas) şehriyârı İsfendiyâr-ı rüzgâr, şehzâde-i kâmgâr Ertuğrul vefât etti."
Karşı tarafın kaynaklarına baktığımızda Emir Timur'un resmi tarihçisi Nizameddin Şami, kaleme aldığı Zafernâme isimli eserinde Sivas şehrinin Emir Timur tarafından ele geçirilişi ile ilgili olayları verdiği sayfalarda Mustafa isimli bir emirden bahseder ve bunun Sivas şehrinin emiri olduğunu ve çok mertçe savaştığını ekler. Emir Timur'un, on sekiz gün süren kuşatmada Sivas şehrinin kalesinin etrafına mancınıklar kurduğunu ve bu mancınıklarla surların dövüldüğünü, durumun çok kötüye gittiğini anlayan Emir Mustafa'nın Emir Timur'a yalvararak af dilediğini, Emir Timur'a gelen Mustafa ve şehrin şeyhleri ile kadısına aman verildiğini, ardından şehirde bulunan Ermenilerin ve dört bin kişilik süvari birliğinin kazılan derin kuyulara atılarak öldürüldüğünü anlatan bu kaynak yine Emir Mustafa'nın sonu hakkında suskun kalmıştır.
Öte taraftan bazı batılı yazarların ve kaynakların bu olay ile ilgili yazdıkları bilgilere bakılırsa Zafername'de söz edilen Emir Mustafa'nın Yıldırım Bayezid'in oğlu Şehzade Ertuğrul olma ihtimalinden bahsetmeyi belki de mümkün kılar. Zira Tarihçi Nicolae Iorga ve Johann Wilhelm Zinkeisen, Tarihçi Laonic Calcocondilas'a dayanarak Emir Timur'un Sivas'ı kuşatmasında orada Yıldırım Bayezid'in oğlu Şehzade Ertuğrul'un bulunduğunu, yaklaşık dört bin kişilik bir süvari birliğini komuta ettiğini, Sivas şehrinin Hıristiyan halkının, süvarilerle birlikte tamamının öldürüldüğünü belirtiyorlar. Zafername isimli eserdeki bilgilerle örtüşen batılı yazarların aktardıkları bu manada çok önemlidir. Zafername'de Emir Mustafa olarak bahsedilen ve sonu ile ilgili bilgi verilmeyen kişi şayet Şehzade Ertuğrul ise Johann Wilhelm Zinkeisen'in Laonic Calcocondilas'a dayanarak verdiği esir alınan şehzadenin varlığına Emir Timur'un üç gün dayanabildiği, sonrasında bir atın arkasına bağlanıp sürüklenerek feci bir biçimde öldürdüğü bilgisi ile tamamlanmış oluyor. Zira Osmanlı Devleti'nin hanedanının bir üyesine yakışmayan bir biçimde öldürülmesinin Yıldırım Bayezid'i çok etkilediği bilinmektedir. Bu yüzden İstanbul kuşatmasını acilen kaldırıp bütün gücünü Emir Timur ile yapılacak savaş için birleştirerek Anadolu'ya doğru yönelmesi bu bakımdan açıklayıcıdır. Ancak öncesinde Emir Timur'un Sivas şehrine saldırı hazırlığını öğrendiğinde kısa süre önce Akkoyunlu Devletinin hükümdarı Osman Bey'in Sivas şehrini ele geçirme girişimine karşı Osmanlı Devleti'nin ordusunun başında onu mağlup eden Şehzade Süleyman'ı bu kez Emir Timur'a karşı ağabeyi Şehzade Ertuğrul'a yardım etmesi için Sivas'a göndermiş; ancak Şehzade Süleyman Emir Timur'un ordunun sayısının fazlalığını görünce saldırmanın zekice bir iş olmadığını düşünerek gerisin geri babasının yanına dönmüştü. Şehzade Ertuğrul'un sonuna dair Osmanlı kaynaklarından Ruhî ve İbn Kemal ile örtüşen batılı kaynaklardaki bu bilgiler Yıldırım Bayezid'in içinde bulunduğu ruh haline delil teşkil eder. Sivas'ın Emir Timur tarafından ele geçirilmesi ve oğlu Şehzade Ertuğrul'un ölümü üzerine Yıldırım Bayezid'in çok kederli ve hüzünlü olduğu, bu yüzden de halk arasında o dönemde onun üzüntüsünün dilden dile dolaştığı aktarılır. Hünkâr Yıldırım Bayezid'in, Bursa da yaptırdığı bir imaretin inşaatının ihtiyaçlarını karşıladığı sırada oradaki bir çobanın kaval çalmasını işitince ona şu sözleri söylediğinin kaydedilmesiyle duygu dünyası açık ediyor; "Çal bire çoban çal. Ne canın yandı ne ciğerin yakıldı. Ertuğrul gibi oğlun mu öldü? Sivas gibi şehrin mi yıkıldı?" Hatta o kadar ki Yıldırım Bayezid'in bu iki elim olay karşısında içine düştüğü sıkıntıdan dolayı dünyadan el ayak çekerek büyük oğlu Şehzade Süleyman'ı tahta geçirmeyi düşündüğü fakat Şehzade Ertuğrul'un ölümünü bahane ederek korktu ve kaçtı denilmesinden çekindiği için bu fikrinden bir süreliğine vazgeçtiği, oğlu Şehzade Ertuğrul'un ve şehri Sivas'ın intikamını almak için Emir Timur ile savaşmaya karar verdiği yönündeki fikirlerin varlığı tartışmalı olması bir yana 1402 yılında olan Ankara savaşına bu denli hırslı ve azimli bir biçimden girmesinin kanıtı gibidir.
Öte taraftan son zamanlarda yayınlanan bir İtalyan arşiv belgesi Şehzade Ertuğrul'un iddia edildiği gibi 1392 yılında Osmanlı Devleti ile Kadı Burhaneddin arasında 1392 yılında yapılan Kırkdilim savaşından sonra hayatta olduğunu gösteriyor. E. Zachariadou, daha önce Teologo'da (Ayasoluk/Efes) yaşamış "Hükümdâr Ertuğrul Bey (Herchogolbei) Çelebi, Teologo Hâkimi" kitabının yazarı Efes'in soylu bir ailesine mensup Rum Kyr Michael Pyllis'in de kaydettiği bilgiyi doğrulayan bir tarihi belgeden bahseder. Bu belge de 1396 yılında Teologo hâkiminin Sakız mavnası hâkimi Giovanni Giustiniani de Furneto'dan 562 duka altın vergi aldığı bilgisini içermektedir. Yine Zacharıadou'nun da bahsettiği ve Giovanni Bardi'nin tasdik ettiği 8 Şubat 1398 tarihli Sakız adası noterliği evrakı arasında bulunan bu resmi belgeyi, Domenico Gioffré tarafından neşredilmiştir. Zachariadou, Yıldırım Bayezid'e bağlı olan Aydın sancağının en önemli şehir olan Ayasoluk'ta görev yapan bu Osmanlı beyinin adının Herchogolbei olduğunu bu isminde Yıldırım Bayezid'in en büyük oğlu Şehzade Ertuğrul'a çok benzediğini ileri sürer. Ayrıca aynı Şehzade Ertuğrul'un 19 Ağustos 1400 tarihinden biraz önce Girit'e elçi yolladığını Venediklilerle dostluk kurmayı planladığını ve babası öldükten sonra kendi kardeşlerine karşı savaşırken onların yardımına güvenip güvenemeyeceğini sorduğunu da yine yazısında ilave ediyor.
Batılı belge ve kaynakların şahitliği 1400 yılında Osmanlı Devleti'nin ordusunun başında Emir Timur'a karşı Sivas şehrini savunurken Timur tarafından öldürülerek hayatını kaybeden Şehzade Ertuğrul'un şehit olduğunu gösteriyor ki yukarıda da belirtildiği gibi bazı Osmanlı kaynakları da bu bilgiyi teyit ediyor. Bütün bunlar dikkate alındığında Şehzade Ertuğrul'un ölümü meselesi ile ilgili olarak devrin kaynaklarındaki bilgilerin çelişkili olması meselenin tam anlamıyla açığa kavuşmasının önündeki en büyük engel gibi durmasına rağmen hem Osmanlı kaynaklarının bazılarında hem de batılı kaynaklarda yer alan bilgilerden Şehzade Ertuğrul'un 1400 yılındaki Emir Timur'un Sivas şehrini ele geçirmesi sırasında hayatını kaybettiği sonucunu kabul etmenin en doğrusu olduğu anlaşılıyor.
Fakat Çorum'da Kırkdilim savaşının yapıldığı Kırkdilim Köyü bölgesinde yaptığımız alan incelemeleri ve köylülerle yaptığımız söyleşiler neticesinde savaş alanının hemen yanındaki en yüksek tepede büyük bir ağacın altında köylülerce kutsal sayılan bir mezarın olması hemen alt tarafında askerlere ait mezarların olması Şehzade Ertuğrul cenazesinin Bursa'ya taşınmadan önce ya geçici olarak buraya gömüldüğü ya da tahnit yapabilmek için iç organlarının bu tepeye gömülmesi yine güçlü bir olasılıktır. Nedenine gelince Emir Timur'un Anadolu'yu işgali ve akabindeki Fetret devrinde bir şehzadenin cenazesini taşımanın ne kadar güç olduğu bilinmektedir. Yıldırım Bayezid'in esaret altında ölümü üzerine Yıldırım Bayezid'in naaşı geçici olarak Akşehir'de Seyyid Mahmud Hayrani'nin türbesine defnedilmiştir. Ancak Semerkand'a dönerken Timur'a kendisini beğendirmiş olan Musa Çelebi'ye babası Yıldırım'ın naaşını alıp Bursa'ya birlikte götürmesi izni verilmiştir. Bazı kaynaklara göre naaş oğlu Musa Çelebi tarafından Bursa'ya getirilmiş ve Yıldırım Camii yanındaki kendi türbesine gömülmüştür. Diğer kaynaklara baktığımızda ise Musa Çelebi'nin babasının naaşını mumyalanmış olarak Germiyanoğlu Yakup Bey'e Kütahya'ya getirdiğini; burada naaşın bir süre saklandığını ve 1404 yılında diğer oğlu Çelebi Mehmed tarafından Bursa'ya getirilerek türbesine gömüldüğü yazılıdır. O yüzden bir hanedan mensubunun naaşını bir yerden bir yere taşımak o dönem için çok zor olduğunu kanıtıdır.