61 Yıllık Zulüm Devri

Güney komşumuz Suriye, ben beni bileli Türkiye düşmanlığı yapmaktaydı. Yurt içindeki pek çok terör örgütünün gizli organizatörü idi. Yurt dışındaki anarşistlerin mutlaka Suriye Muhaberatı / İstihbaratı tarafından desteklendiği biliniyordu.
Suriye, Osmanlılar döneminde Yavuz Sultan Selim zamanından beri en az beş yüzyıl huzurlu bir hayat yaşadı. Osmanlı'dan sonra 25 yıl Fransız mandasında kaldı. O dönemde orada gençler Türk düşmanlığıyla yetiştirildi.
1946 yılında Fransız mandasından kurtulan Suriye, Arap Birliği Teşkilatına katıldı. Bağımsızlığın ne olduğunu bile anlayamadıkları bir dönemde 1950'de Mişel Eflak ve Selahattin el-Bitar tarafından kurulan, Sosyalist ve Arap ırkçılığına dayalı Baas Partisi'nin yönetimine girdi.
1958'de Cemal Abdünnasır'ın yönetimindeki Mısır ile Suriye, Birleşik Arap Cumhuriyeti adıyla birleşti. Ancak 1961 yılındaki askeri darbe sonunda bu birlik dağıldı.
Suriye'deki en büyük değişiklik, 1963 yılında yönetimin Sosyalist Baas Partisi'nin eline geçmesiyle yaşandı. İhtilal konseyinin güçlü generali Hafız Esad, Savunma Bakanı idi. Askeri kadrolara hakimdi. 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra gücünü daha da artırdı. 1970 yılında askeri bir darbe ile yönetimi tamamen ele geçirdi. Ülke çapında göstermelik seçimlerle değişmez liderliğini sürdürdü.
Hafız Esad, Baas Partisi'nin Genel Başkanıydı. Nuseyri Mezhebi mensuplarını orduya ve devlet kadrolarına yerleştirdi. Buna pek razı olmayanları demir yumrukla susturdu. Çok iyi hatırlıyorum 1982 yılında Hama Müslümanlarının gösterilerini Suriye uçaklarıyla bastırdı. Bir günde 40 bin insanı katletti. Zulümde sınır tanımazlığını böylece ispatladı. Muhaberat adlı istihbarat ağı ile ülke çapında hatta aile içlerinde korku ağı oluşturdu.
2001 yılında Hafız Esat öldü. Rahmetle değil, nefretle anılır oldu. Yerine oğlu Beşşar Esad geçti. Babasının oğlu.
Yönetime geldiğinde biraz demokrat görünüm sergiledi. Ama kısa sürdü. Bu süreçte Türkiye ile çok iyi ilişkiler kurulmaya başladı. Türkiye'den pek çok vatandaş, Halep ve Şam'ı görmeye gitti. Halklar arasında da dostluklar başlamıştı.
2010'lu yıllarda Tunus'ta başlayan Arap Baharı, Suriye'ye sıçradı. Daha çok özgürlük ve serbest seçim talebiyle pek çok şehirde gösteriler başladı. Güvenlik kuvvetleri, bu gösterileri güç kullanarak bastırmak istedi. Devlet Başkanı Beşar Esad da olaylara orduyu da dahil etti. Ülkenin büyük şehirlerinde babası gibi halkı havadan bombaladı. Bu bombardıman daha da şiddetlendi. Uçaklar, varil bombaları ve misket bombalarıyla meydanlardaki insanları öldürdü. Hatta kalabalıkların üzerine kimyasal silah attı. Bir milyondan fazla insanı katletti.
Halk, can derdine düştü. Komşu ülkelere, özellikle Türkiye'ye doğru gçö başladı. Türkiye, Muhacirlere karşı Ensar olarak kardeşlik görevi gereğince sınır kapılarını açtı.
Çok kısa sürede milyonlarca insan, ülkemize akın etti. Türkiye de hiç tahmin etmediği bir anda ortaya çıkan bu gelişmeyi soğuk kanlı karşılamaya çalıştı. Gelenlerin önce gıda, ardından da barınma sorunlarını çözme çabasına girdi.
Bu göçten Çorum'a da biraz pay düştü. Onlara önce barınacak yer bulmaya çalıştılar. Öğrenci yurtlarında kısa süre kaldıktan sonra her biri bir ev bulup yerleşti. Komşularının verdikleri mutfak eşyaları, ev eşyaları ile orada ikamet etmeye başladılar. Vasıflı elemanlar, iş bulmakta zorlanmadı. Ama diğerleri de dilenmek yerine çalışmayı tercih ettiler. Hiç değilse çöp varillerinden atık malzemeleri, kağıt, plastik ve metal eşyaları toplayıp satarak evlerine ekmek götürmeye çalıştılar. Bazıları da pek çok iş kolunda ucuz işçi olarak çalışıp para kazanma, hayatlarını sürdürme çabasında oldular.
Onlar bu çaba içindeyken bile bazıları onları otobüslere doldurup sınır dışı etmekten söz edebildiler. Dönemleri nasıl bir akibetin beklediğini hiç düşünmediler.
Nüfusunun yarısını yurt dışına sürgün etmiş olan Baas Rejimi, bundan böyle mutlu bir hayat yaşayacaklarını sanıyorlardı. Hiç de öyle olmadı. Fırat'ın doğusundaki petrol yataklarını ve enerji kaynaklarını ve enerji kaynaklarını bölücü örgütlere kaptırdı. Ülkesinin kuzeyinde, bizim güneyimizde teröristan kurulmasına ses çıkaramadı. Türkiye, bu oluşumlara müdahale etti ve SM Ordusunu kurdu. Onlara eğitim ve silah desteği verdi.
Bu arada İdlip'de Suriyeliler, yeni bir direniş hareketi başlattı. O da yıllar içinde düzenli ordu haline geldi. Derken 8 Aralık Pazar günü 2024 tarihinde Halep'in özgürleşmesiyle başlayan Suriye Direnişi, kısa sürede 12 günde tüm dünyada adından söz ettirdi.
61 yıllık Baas Rejimi ve 54 yıllık Esat yönetimi 12 günde çöktü. O yere göğe sığmayan Beşar Esad, bir gece Rus karga / yük uçağıyla Moskova'ya kaçtı. 148 milyar dolarlık Suriye hazinesiyle beraber…
Geride bir harabe bıraktı. Kullanılamayacak derecede harap olmuş uçaklar, tanklar, silah malzemeleri… Onların çoğunu da sonradan İsrail bombaladı.
Ahmet el-Şara yani Muhammed el-Golani yönetiminde Suriye Direniş Ordusu, halka umut veriyor. Kuzeydeki SMO da Suriye'nin kuzeyini ve doğusunu terörden temizlemeye çalışıyor. Geçici başbakan, Muhammed el-Beşir, henüz etkin değil.
Eski yönetimin zulmünün boyutları, yeni yeni ortaya çıkıyor. Sednaya hapishanesi bunun en acı örneği. Mahkumlar, burada en az 137 bin mahkuma 72 çeşit işkence uygulandığını söylüyorlar. O işkence türlerini bile ağzına almak istemiyorum. Tecavüzden, yakmaya, preslemeye, diri diri gömmeye kadar ne işkenceler… 
Sednaya hapsihanesi / İşkencehanesi gibi onlarcasının olduğu biliniyor. Bahçeleri toplu mezarları dolu olduğu söyleniyor.
Suriyeli mülteciler de orada olsalardı canlarını bile kurtaramazlardı. Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz.
Temennimiz, Suriye'de yeni bir yönetim kurulur. Halkın istediği kişiler iş başına geçer. Milletin dertlerine derman olur, ülkenin geleceğini birlik ve beraberlik içinde inşa ederler. Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlarlar.
Dünya, zulüm ile abad olanın akıbetinin berbat olduğunu Beşar Esad örneğinde görmüştür. Bunu akledemeyenlerin de bir daha düşünmelerini hatırlatırım.